12 Ağustos 2016 Cuma

CAN YÜCEL'E MEKTUP



           Sevgili Can Baba,
            12 ve 17 Ağustos 1999’da  iki büyük deprem yaşadık. 12 Ağustos’ta içimize saldığın acının yüreğimizdeki enkazını kaldıramadan, 17 Ağustos’ta  Marmara yerle bir oldu. Sarsıldık, bir daha da toparlanamadık. O günden beri, en büyük hayalim, Datça’ya gelip senin yaşadığın, havasını içine çektiğin ,suyunu içtiğin ve en önemlisi de toprağına karıştığın yerleri gezmek, senden izler bulmaktı. Sonunda gerçekleşiyor hayalim.
    Sabahın erken saatinde, Marmaris’ten Datça’ya doğru yola çıktığımda tüm benliğim seninle doluydu. Senin şiirlerin, gürül gürül sesin kulağımda çınlayıp durdu yol boyunca. Geçtiğimiz her koyda, durup baktığımız her yerde senden bir parça bulmak istiyordum. Sanki Datça, Datça olmaktan çıkmış, Can Yücel olmuştu. Can Evi’ne ulaşmak, sevgiliye kavuşmak kadar heyecan vericiydi. İşte sana geliyorum Can Baba, coğrafya bilgini Strabon'un  "Tanrı, çok sevdiği kulunun uzun ömürlü olmasını isterse, Datça'ya gönderir ' sözünün büyüsünü senin özlemine ekleyerek.  Sanki sana kavuşunca gençliğimin uçarı günlerine, üniversite yıllarıma geri döneceğim.
   Seni ilk tanıdığımda üniversite öğrencisiydim. Fuardaki imza gününün sonunda yoksul öğrenci evimizde ağırlamıştık seni. Nasıl da heyecanlıydık. Türkiye’nin en ünlü şairlerinden biri evimize gelmişti. Beraber şarap içip, edebiyat üzerine konuşmuş, şiirler okumuştuk. İşte o gürül gürül sesin, o günden beri silinmedi kulaklarımdan. Ertesi gün okula gittiğimizde havamıza diyecek yoktu. “Dün gece Can Yücel’le…” diye başlayan cümleler kuruyorduk, fırsatını bulduğumuz her ortamda.
    Datça’nın  girişinde arabamızı durdurup mezarını soruyoruz.  Uzaktan bakınca diğerlerinden  farklı bir mezar görebileceğimizi düşünürken,  kırılmış mermer parçalarıyla karşılaşıyoruz. Mezarını,  ayak ucundaki  “ Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi.” cümlesi ve altındaki Can Yücel imzasından tanıyoruz. Üzülüyoruz, ölünün  de  mezarında rahat bırakılmadığı bir düşmanlığı anlayamıyor belleğimiz.
     Mezarına eğilip söyleşmeye başlıyorum seninle. Almanya’da yaşayan arkadaşım Şükran’ın selamını ve özlemini fısıldıyorum kulağına. Sen bana şiirler okuyorsun.  Bir taraftan da “dapduru” kalkmanı bekliyorum. Kalkmıyorsun.
  Beni kuzum Datça’ya gömün/ Geçin Ankara’yı İstanbul’u!
Oralar ağzına kadar dolu/ Alabildiğine de pahalı
Örneğin Zincirlikuyu’da / Bir mezar 750 milyona,
Burası nispeten ucuzluk/ Ortada kalma tehlikesi de yok
Hayır dua da istemez
Dediğim gibi beni Datça’ya gömün
diyen dizelerine sarılıp Can Evi’ne doğru yola koyuluyoruz. Taş evler, begonvillerle süslenen  sokaklar, güler yüzlü insanlar, mis gibi kekik kokusu, muhteşem bir doğa,..  Derken, Can Yücel  Sokak’ta buluyoruz kendimizi. İçimiz ısınıyor. Sokak levhasının hemen yanında o çok sevdiğim dizelerin:
En uzak mesafe
ne Afrika’dır,
Ne Çin,
Ne Hindistan
Ne seyyareler
Ne yıldızlar geceleri ışıldayan.
En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir,
Birbirini anlamayan.
 Sokak boyunca ilerliyoruz. Daracık sokağın duvarlarına asılmış kağıtlarda sana olan özlemini yazmış sevenlerin.
“Deniz içiyor, rüzgar yiyorum, bir de seni özlüyorum Can Baba”
“Üç yaşımdayım, ve seni tanıyorum.”
“Bana bir varmış de. Bir varmış bir yokmuş deme,  içime dokunuyor.”
   Bu özlem ve sevgi dolu mesajları okuya okuya Can Evi’ne geliyoruz. Kapı kapalı. İçeride hafif bir müzik çalıyor. İçerdesin de bize kapıyı açmıyorsun hissine kapılıp  biraz alınıyorum. Komşularına soruyoruz.” Güler Yücel yaşlandığı için ziyaretçi alamıyor.” diyorlar. Evin kapısında asılı yazıları okuyor, fotoğraflar çekiyoruz, Kafamı soktuğum bahçe çitinin ardında  mermer kaide üstündeki yazıyı fotoğraflıyorum.
Yaşamayı yaşamak istiyorum, demiştim.
Neylersin ki, bu damda bu dem
Ayaklarımla uyaklarımda zincir,
Böyle topal koşmalarla geçiyor günlerim.
Oysa- medhetmek gibi olmasın kendimi ama-
Yaşamım benim en güzel şiirim.
                                       Can Yücel
Başka bir mermerin yanına toprak bir küp konmuş, karanlık ağzı da mermere çevrilmiş. Üzerinde yine senin dizelerin:
İçimdeki karanlığı patlatacağım
Ve beynimin en ölümcül yaşlarıyla
      Ağlaya ağlaya
Yepyeni bir insan
      Pırıl pırıl bir can
         Bitecek toprağa.
                           Can Yücel
  Sonradan öğreniyorum ki bu mermer kaideler, mezarına yapılan saldırıdan kurtarılan parçalarmış. İçim bir kez daha acıyor; birbirini anlamayan iki kafa arasındaki mesafeyi  ölçmeye  çalışıyor, beceremiyorum.
  Can Evi’nden ayrılırken ben de, bir kağıda senin dizelerini yazıp sokağın bir duvarına yapıştırıyorum.
“Her yürek sevebilseydi eğer ayrılık hiç olmazdı. 
Her seven yürekli olsaydı zaten 'aşk' bu kadar basit olmazdı !”
  Sonra  durup el sallıyorum. Hoşça kal Can Baba. Mekanın Datça olsun. Dostluğun ve kardeşliğin sofrasında, sanatın aydınlığında, yaşanası bir dünya için “ şerefe.”
  Dipnot: Dapduru: Ansızın. ( Can Yücel - Düş Bozumu )
                                                                                                                         Münire Çalışkan TUĞ
                                                                                                                                22.05.2014







11 Ağustos 2016 Perşembe

YEŞİL ELMA BUĞUSU

      


                                                  Yeşil Elma Buğusu


Sensizlik bir akrep gibi kemiriyor içimi 
hain tuzaklarda vurulup düşüyorum
gecenin karanlık koynuna
uykularım kan kusuyor.

                   oysa ben senin dallarında
                    düğüm düğüm elmalar büyütmek isterdim
                    yeşil buğuna sarınıp
                    sarp yamaçlarına tutunuşu ondan köklerimin.

çölde bir kaktüs gibiyim
 “Diren”iyorum da susuzluğa yakıcı sıcağa
dayanamıyorum sensizliğe
     buruk günbatımlarında güneşler doğurup
     sana türküler büyütüyorum
beyaz güllerin sadakatine sığınarak
çiyler biriktiriyorum
ıssızlığımın beter gecelerinde
seni beyaz tomurcuklarından doyasıya öpmek için.

                                                                          Münire Çalışkan Tuğ







1 Ağustos 2016 Pazartesi

ÖZGÜRLÜK





ÖZGÜRLÜK
Günün erken  saatlerinden birinde
Yüklen sırtına umutlarını,
Kadıköy  iskelesindeki banklardan birine otur
Yüzünü dön denize
Bir sigara yak
Dumanıyla savrulsun kederlerin
Bırak rüzgar dağıtsın saçlarını


Bir simit al küçük satıcıdan
Umuda bir lira katkı sun
Sonra gir kentin içine
Adımların karışsın kalabalığa
Unut yalnızlığını

Telefonuna bakma hiç
Ulaşamasın bugün kimse sana
Sen İstanbul ol,
İstanbul seninle özgür.

                                   17.10.2014  İST