Münire Çalışkan Tuğ yüreğimdeki çığlığın dudağımdaki mührüdür
suskunluğum.
İNCİR
ÇEKİRDEĞİ
-Dolaptaki incirler nereye gitti?
- Geçen gün misafire çıkarmıştım sonunu. Alırız
markete gidince.
- Neden söylemiyorsun, ‘alırmışız markete gidince.’ , zamanında
söyleseydin, alırdım ben. Sen zaten neyi zamanında söyledin ki? Elimi attığımda bulsaydım bir şeyi de.
Susmak bilmiyordu adam. Alt tarafı incir
bitmişti evde. Ne vardı bu kadar uzatacak. Gittikçe yükseldi ses. Bağıran,
azarlayan, kabına sığmayan ses. Karşısındakinin sesini, önce kısan, sonra
yavaş yavaş duyulmaz eden ses. Kadına zaman içinde sözcüklerini yutturan,
yuttururken boğazında düğümlendiren ses.
Yıllardır
yuttuğu sözcüklerle içinde taş yığınları oluşturmuştu kadın.
Ne zaman
kendini savunmaya kalksa, adamın kocaman
açılan gözleri bulutlanırdı. Kapkara bulutlar, yeryüzünü yutacakmış gibi alçalan,
korku salan bulutlar. Şimşekler çaktıran, yıldırımlarla her yana ateşler saçan;
seller oluşturup, felaketler yaratan
bulutlar. Köprüler, evler yıkan, ağaçlar
deviren, açılan ağızlara dolup çığlıkları boğan selleri ortalığa salan
bulutlar.
Yine
susmuyordu işte. Felakete gebeydi her yer ve kadın. Dalga dalga yayıldı ses.
Duvarları yıktı, kapıları kırdı. Üst katlara, alt katlara, başka kulaklara
ulaştı. Ulaştığı her yerde, kulak kesilip nefessiz dinleyen heykeller yarattı.
Bulutlanan
gözlerin felaketine neden olan incir çekirdekleri her yana saçıldı. Adam, ha
babam onların içini doldurmaya çalışıyordu. Duvarları yumrukladı,
televizyonun kumandasını parçaladı, sehpaları, koltukları tekmeledi. Kırdı,
döktü. Kırılan her parça gözyaşı seline
kapılıp yuvarlana yuvarlana gitti.
Kadının, bin bir umutla hazırladığı, düşlerini özenle yerleştirip kilitlediği
çeyiz sandığı duvarlara, kapılara çarpıp parçalandı. İçindeki beyazlar, allar,
morlar, yeşiller, kendilerini sürükleyen
suyun içinde, birbirine sarılmış döne döne uzaklaşıyordu.
Gençliğinin heyecanını, kahkahasını yitirdi kadın. Gözünün yaşı dudağının boyasına bulandı. Elbisesindeki çiçek, mutfak takımlarının
papatyası, yatak odasının kanaviçeleri soldu.
Gökkuşağını yitirdi kadın.
Annesinin düğün hediyesi olarak aldığı vazonun
parçalandığını görünce, ne zamandır önüne eğdiği başını kaldırdı, yorgun
sözcükler dile geldi, içinde biriktirdiği çığlığı boşalttı kadın.
Kara bulutlar
çekildi, gökyüzü aydınlandı, güneş ışıdı. Baharda toprağı iterek filizlenen bir
tohum gibi kıpırdadı. Dal dal çoğaldı, büyüdü, eve sığamadı. Pencereler açıldı,
duvarlar yıkıldı, çantasını alıp çıktı kadın, kapıyı gürültüyle kapattı.
Kapının önünde derin bir nefes aldı.
Ciğerlerinin önce dolduğunu, sonra yandığını hissetti. Başını kaldırıp
gökyüzüne baktı. Baharın top top bulutları, ışıl ışıl salınıyordu. Bulutların altında hızla ilerledi.
Yitirdiği baharını arıyordu
kadın.
Temmuz 2016