2 Mayıs 2017 Salı

SENİN İÇİN SÖZCÜKLER BİRİKTİRDİM


                                          SENİN İÇİN SÖZCÜKLER BİRİKTİRDİM

                                                                                              Münire Çalışkan Tuğ

    “Senin için sözcükler biriktirdim” dedi adam kadının alev alev yanan gözlerinin içine bakarak. Aşka, paylaşıma, mutluluğa yelken açan sözcükler. Her birini yüreğime işledim nakış nakış.  Dilimden değil, yüreğimden akacaklar sana bundan böyle. Var mısın, şimdi dağıtalım onları tüm evrene.

 Bak, elini tutuyorum işte. Bu ateş. Benliğimizin çıra- kibrit  buluşması, birlikte eriyip tek beden olma hali.”

  Adam cebinden çıkardığı ateşi,  kıyıya vuran dalgaların ayaklarını okşadığı denize savurdu.

“Balıklara, denizkızlarına armağanımız olsun. Nasıl olsa bizdeki artık sönmeyecek.” 

  “Canından olma pahasına çaldığı ateşi halka armağan eden Promete’yi anımsattın bana, dedi kadın, Promete’nin  bedeni kayalıklarda kartal gagalarıyla inlerken Zeus içkisini yudumluyordu Olimpos’ta. Hiç pişman olmadı Promete, ateşi insanlığa armağan ettiği için.”

   Tenlerini saran ateşle, denizdeki dalgalanmayı, yanmayı, kaynamayı izlediler birlikte. Şenliğe durdu mavi patiska. Köpük köpük kabardı deniz, dalgalar birbirine sarılıp okşadı sahili. Balıklar zıplayıp yuttu ateşi, denizkızları dansa durdu yüreklerine düşen korla.  

  Tekrar cebine daldırdı adam elini. Bir sözcük daha çıkardı.

 “ Bu aşk. Onu rüzgâra bırakalım istiyorum. Dağılsın her yana. Dağlara, ovalara, denize, gökyüzüne.  Kimin yanından geçerse girsin yüreğine. Bir büyü gibi yayılsın her yana.”

  Adam parmaklarının arasında tuttuğu aşkı öptü, nefesiyle üfleyip rüzgâra saldı. Aşk döne döne yükseldi. Kimi denizin üstünden geçip balıklara, kimi kuşlara, kimi de insanlara fısıldadı taşıdığı emanetin sırrını. Bitmez bir yolculukta hiç yorulmadı rüzgâr aşkı taşımaktan.

“ Bu da şarkılar.”  dedi adam, cebinden çıkardığı sözcüğü gösterirken. Sonra kadının kulağına fısıldadı şarkıyı. Adamın gözlerinde kayboldu kadın, kadının gözlerinde kayboldu adam. Damarlarındaki kanın ılık ılık akışını, kalp atışlarının hızlandığını hissettiler.

 “Onu kuşlara verelim. Gece gündüz mırıldasınlar umudu, direnci, aşkı. Biz şarkımızı söylerken başkaları da buluşsun kendi şarkılarıyla.”

    Denizin üstünde uçan martının gagasına kondurdu şarkıyı adam. Martı dağıttı şarkıyı gagadan gagaya. Kulaktan kulağa ulaştı şarkı. Adamla kadın dans etmeye başladı sahilde. Çılgınca, ölesiye, doyasıya. Deniz sıcak sıcak okşadı ayaklarını, rüzgâr saçlarını dağıttı, kuşlar aşk şarkıları fısıldadı kulaklarına. Karşı kayalıklarda inleyen Promete’nin acıları dindi.

                                         

   Günlerdir, içi titreyerek okuduğu, bitmesini istemediği kitabın bu son sayfasını tekrar tekrar okudu kadın.  Kapatıp dizlerinin üstüne koydu, dirseklerini kitaba dayayıp yüzünü avuçlarının arasına aldı. Bir deniz kenarı hayal etti, kocasının kollarında erimek istedi dans ederken. Kuşlar şarkılar fısıldasın, rüzgâr aşkla okşasın istedi tenini. Dışarıya kulak kabarttı. Ne kuşlar şarkı söylüyordu, ne de rüzgârın uğultusu vardı. Soğuk bir ürperti bütün bedenini dolaştı, üşüyordu.

    Başını kaldırıp odayı taradı. Kocasının yatmadan önce çıkarıp sandalyenin üzerine gelişigüzel attığı pantolonuna ilişti gözü. Kalktı, ceplerini yokladı. Birkaç metal para, tütün artıkları, kullanılmış bir selpak ve birkaç şans oyunu kuponundan başka hiçbir şey bulamadı. Pantolonu yerine bıraktı. Gecenin sessizliğini dinledi bir süre daha. Yatak odasından kocasının horultuları geliyordu.

  Kitabı tekrar eline aldı, birkaç defa baştan sona göz gezdirdi. Bazı bölümleri tekrar okudu. Bittiğine üzüldü, kendini terkedilmiş gibi hissetti. Gözlerini kapattı, kitaptaki adamı hayal etti, sözcükleri onunla birlikte dağıtmak isterdi.  Elini tutmak,  onunla dans etmek, yanmak istedi. Rüzgârda uçuşan, martıların gagalarına ilişen, denize karışan sözcükler canlandı gözünde. Kimisi bir dalganın koynunda salınırken, kimisi de ağacın dalına konan kuşun gagasındaki ötüşte çınlıyordu. Hayatı bir film şeridi gibi geçti gözlerinin önünden.  Kocası ona hiç aşkla bakmamış, yüreğini titretecek sözler söylememişti. Oysa nasıl da ihtiyacı vardı güzel sözlerle okşanmaya.

 “ Okuduklarımdan çok mu etkileniyorum, okudukça mutsuz mu oluyorum?” dedi kendi kendine. Hayır, yapamazdı okumadan. Bir tek kitaplarda buluyordu mutluluğu. Kitabı, bir sevgilinin tenini okşar gibi kavradı, vitrindeki diğer kitapların arasına özenle yerleştirip yatak odasına geçti. Kocasını uyandırmadan yatmalıydı. Şimdi dayanamazdı onun kendisinden görevmiş gibi beklediklerine. Hem kitaptaki aşkın atmosferinden çıkıp kaba dokunuşlara tahammül edemezdi. Yorganı yavaşça kaldırıp sessizce girdi yatağa. Kocası horlamaya devam ediyordu. Uyanmadığına sevindi. Uzun süre döndü yatakta. Düşler kurdu, okuduğu kitaptan sahneler canlandı gözlerinin önünde.

   Uyku ile uyanıklık arasında yorganın bir ucunun kaldırıldığını hisseder gibi oldu. Nefesini tutup bekledi. Bir daha kıpırdadı yorgan. Gözlerine inanamadı. Onu bu kadar yakışıklı hayal etmemişti kitabı okurken.  Sağ işaret parmağını dudaklarına bastırmış “ hişt!” diyordu. “Biliyorum beni bekliyorsun, seni almaya geldim, senin için cebimde sözcükler biriktirdim. Sahile inip onları birlikte dağıtalım tüm evrene.”
                                                                   SonGemi
                                                                Nisan 2017