20 Ocak 2017 Cuma

SABAHIN ÇAĞRISI


                                 
                   
                                                  SABAHIN ÇAĞRISI

     Denizden yükselen kocaman bir el ani bir hareketle, Güneş’i çekip aldı, yerine ayı yerleştirdi.  Ardında ateşten bir yol çizen Güneş’i denize batırdı; deniz kızıla boyandı, kaynamaya başladı. Fokurdayan denizden yükselen dumanlar, ayın önünü kapladı. Yıldızlar korkuyla kaçıştı, dünya karanlığa gömüldü. Karanlığın içine yayılan büyüleyici şarkılar her yanı kapladı. Dünya hızla dönmeye başladı. Döndü, döndü. Yavaşlayıp durduğunda,  Güneş önce denizin üstüne çıktı, bir süre orada kaldı,  sonra yavaş yavaş yükseldi, gökyüzündeki yerini aldı. Şarkılar kesildi, etraf aydınlandı.
    “ Gel” dedi fısıltılı bir ses, “Bırak bana kendini, gel,”  Sesin çağrısıyla uyandım. Sahibini arıyorum, kimse yok. Yatağımda doğrulup nefesimi tuttum, etrafı dinliyorum. Kulaklarım uğulduyor. “Sabahın çağrısı olmalı.” diyorum,  yürüyüşe çıkmayı planlamıştım yatarken.”
   Pencereye gidip camı açıyorum. Ciğerlerim taze bahar kokusuyla genişliyor. Denizin,  mavi patiska gibi boylu boyunca uzandığını görüyorum uzakta. Bir gemi yaklaşıyor kıyıya, içimin denizleri dalgalanıyor, heyecanlanıyorum.  Koşup karşılamak istiyorum içimde biriken özlemle. Sonra vazgeçiyorum, gelmeyeceğini, gelemeyeceğini bildiğim için belki de. Kıyıya yaklaşan gemiden gökyüzüne yükselen dumanlara karışıp hayallere dalıyorum.
    Rıhtımdayız, gemi yükünü almış. Tayfalar sağa sola koşarak son hazırlıkları yapıyorlar. Beyazlar içindeki Bora, biraz sonra martılar gibi uçup gidecek. Sıkıca tutuyorum ellerinden. Ayrılmak istemiyorum. İçimde fırtınalar kopuyor. Dalgalar yüreğimin duvarlarına çarpıp yüreğimi parçalıyor. Dayanamayacağımdan korkuyorum.    Vedalaşıp ayrılıyoruz. Gemi gözden kayboluncaya kadar bakıyorum ardından, el sallıyorum beni izlediğini düşünerek. Gemi ufukta kaybolurken içimdeki kıpırtıyı duyuyorum, elimi karnımda gezdirip okşuyorum yavaşça. “O da el sallıyor babasına.” diyorum gülümseyerek.
       Nasıl da coşkulu olurdu sefer dönüşlerinde. Sabaha kadar uyumazdık. O anlatır, ben onun gözlerinde kaybolarak Bora’yı dinlerdim. Sonra da ben başlardım anlatmaya. Onu ne kadar özlediğimi, o yokken gecenin karanlığını üzerime yorgan yapıp, yalnızlıkla koyun koyuna yattığım uykusuz gecelerimi,  döneceği günün hayali ile umutlandığım anlarda, bedenime yayılan rahatlamayla uykuya daldığımı...
     “ Yalnızlığa, döneceğin güne şiirler yazmaktır, senden ayrı olmak.  Dört mevsimi günlere bölmek, böldükçe çoğalmasıdır özlemin.” der devam ederdim.  “ Seni beklemek; kimsenin bilmediği bir dili konuşmaktır yakamozla. Onun her rengini çözmek,  sevdiğinin yüzünü görüp görüp kaybetmektir ıpıldayan ışıklarda, fırtınalara yakarmaktır ellerini açıp. Yüreği ağzına gelip gelip tıkanmaktır,  geceleri rüyalardan çığlık çığlığa uyanmak, yatağının bir yanının soğuk boşluğunda üşümektir. Seni beklemek; gecenin, yuvarlana yuvarlana büyüyen ürkünç dalgalar gibi seni koynuna çekmesi,  sonu olmayan denizlerin,  dipsiz ve uçsuz bucaksızlığında kaybolmaktır. ”
     Benim bıraktığım yerde o başlardı. Hiç susmasın isterdim, bitmesin gece, iptal olsun tüm seferler. Onu dinlerken deniz gözlerinde kaybolur, dalgaların kucağına bırakırdım kendimi. Efsaneler anlatırdı yüzyıllar ötesinden.  Denizkızlarını, Sirenleri, Kocakarı Kayası’nı dinlerken sabırsızlanırdım. Bilirdim, bir soru beklerdi bensiz gecelere ilişkin.  Efsanenin en can alıcı yerinde, “ Sen ne yapıyorsun bensiz gecelerde?” diye sorar, kapıları aralardım. Deniz gözlerini bana diker, uzun uzun bakar, sonra anlatmaya başlardı.
    “ Yıldızlı gecelerde güverteye çıkıp gökyüzüne baktığımda, tüm yıldızlarda seni görürüm. Gözlerime ışıl ışıl bakarsın, yıldızların ışığı ellerin olur, bana uzanır. Tutarım ellerinden, sarılırım sana. Sen, kollarınla sıcacık sararsın beni. Başım döner mutluluktan, sabah olsun istemem, yıldızlar gibi senin de uzaklaşıp gideceğinden korkarım.
     Bulutlu gecelerde,  gözlerini düşünürüm.  Gecenin karanlığı,  gözlerinin ışıltısı ile aydınlanır. Hayalimde kucaklarım seni. Bedenlerimizin birbirine akıttığı sıcaklık, ılık ılık yayılır damarlarıma. Denizkızlarının aşk şarkılarıyla kendimden geçer, hazzın doruklarına ulaşırım. Bir şimşeğin çakması ya da gök gürültüsüyle bozulur büyü. Yapayalnız kalırım güvertede.  Hayalin, sıcaklığını da alıp gitmiş. İşte o zaman pusula şaşar, rota belirsizleşir, yelkensiz, küreksiz kalırım kapkara gecenin kucağında. Ağzımda deniz tuzunun burukluğu, yüreğimde ayrılığın derin sızısı.  Küçüldükçe küçülür,  karanlığa karışırım çaresizlik içinde, sonra tekrar seni düşünüp umutlanmaya çalışırım.”
      Kıyıya yaklaşan geminin düdüğü ile sıyrılıyorum hayallerden. Rıhtımda koşuşturma başlamış. Gemi demir atıyor. İçime bir kor daha düşüyor.
   “Kızım” diyorum, “kızımız,  o da dönmezse bir gün,  gittiği denizlerden.”  Kaptan olacağım, diye tutturduğu gün yüreğim ateşlere yanmıştı.  Hiçbir denizin suyu,  içimdeki ateşi söndüremeye yetmezdi. Vazgeçirememiştim onu bu tutkusundan. Bora’nın yokluğunda yalnızlığımı kızımla gidermeye, onunla avunmaya çalışırken deniz tutkusunu ben mi yerleştirmiştim yoksa Aslı’ma.  Babayı bulma umudu mu  salmıştım içine, baba olma rolü mü?
      Rıhtımdaki telaş sürerken Homeros’un anlattığı Sirenler’i anımsıyorum şimdi de. Belki de acımı hafifletmek için kıskançlıklar besliyorum onlara karşı içimde. ”Sirenler” diyorum.” Katil güzeller.  Kuş vücutlu, kadın başlı denizkızları.  Güzelliğiniz ve doğaüstü müziğinizle, Siren Kayalıkları’nın yakınlarından geçen kaç denizciyi büyülediniz?   Büyünüze kapılan kaç denizci, gemilerini sarp kayalıklara sürüp, ölünceye kadar orada kalmak istedi?   Kaçı,  gemileriyle kayalıklara çarpıp parçalandı?  Tanrıça Kirke  uyarmasaydı,  Troya’nın en  büyük  komutanı  Odisseus’u   köleniz mi  yapacaktınız?  Gerçi tehlikeyi atlatıp karısına ve ülkesine kavuşmuş komutan; ama o büyüleyici sesiniz kulaklarından gitmemiş ömür boyu. Benim Bora’m da mı kapıldı büyünüze?  Onun için mi dönmüyor yıllardır?” 
  
  “ Gel” dedi ses yeniden.  Sesle irkilip hayallerden sıyrılıyorum. Hemen hazırlanıp kendimi sabahın ışıl ışıl tazeliğine bırakıyorum.
    Önce ortancaları görüyorum kapıda. Nasıl da çılgınca açmışlar. Elimi uzatıp okşuyorum, Bora gibi, kızım gibi gülümsüyorlar bana. Sirenler kadar büyülü sesleriyle kuşlar cıvıldaşıyor ağaçlarda. Bahçedeki erik ağacı en güzel beyazı giymiş üstüne, umuda durmuş çiçek çiçek. Derin bir nefes alıp tazeliği ciğerlerime dolduruyorum. Sabah rüzgârı hafifçe okşuyor tenimi. Sesin çağrısına uyup bahar oluyorum sabah güneşinin altında.  İçimden, “ Korkularımız ve umutlar” diyorum. “ Ne kadar da yakın birbirine.”
   Yürüyorum sahil boyunca, onlarca kişi geçiyor yanımdan,  onlarca hikâye dökülüyor yollara, hiçbiri diğerine değmiyor. Bir çocuk elindeki şekeri yere düşürüyor, annesi eline vuruyor çocuğun.  Çocuk ağlıyor, ben gizlice göz kırpıyorum çocuğa,   gülümsüyor.  El sallıyorum uzaklaşırken; Bora’ya el sallar gibi, kızımı karşılar gibi.

                                   Edebiyat Nöbeti,   Kasım-Aralık 2016