SENİN İÇİN SÖZCÜKLER BİRİKTİRDİM
Münire Çalışkan Tuğ
“Senin
için sözcükler biriktirdim” dedi adam kadının alev alev yanan gözlerinin içine
bakarak. Aşka, paylaşıma, mutluluğa yelken açan sözcükler. Her birini yüreğime
işledim nakış nakış. Dilimden değil,
yüreğimden akacaklar sana bundan böyle. Var mısın, şimdi dağıtalım onları tüm
evrene.
Bak, elini tutuyorum işte. Bu ateş. Benliğimizin
çıra- kibrit buluşması, birlikte eriyip
tek beden olma hali.”
Adam cebinden çıkardığı ateşi, kıyıya vuran dalgaların ayaklarını okşadığı
denize savurdu.
“Balıklara,
denizkızlarına armağanımız olsun. Nasıl olsa bizdeki artık sönmeyecek.”
“Canından olma pahasına çaldığı ateşi halka
armağan eden Promete’yi anımsattın bana, dedi kadın, Promete’nin bedeni kayalıklarda kartal gagalarıyla
inlerken Zeus içkisini yudumluyordu Olimpos’ta. Hiç pişman olmadı Promete,
ateşi insanlığa armağan ettiği için.”
Tenlerini saran ateşle, denizdeki
dalgalanmayı, yanmayı, kaynamayı izlediler birlikte. Şenliğe durdu mavi
patiska. Köpük köpük kabardı deniz, dalgalar birbirine sarılıp okşadı sahili.
Balıklar zıplayıp yuttu ateşi, denizkızları dansa durdu yüreklerine düşen
korla.
Tekrar cebine daldırdı adam elini. Bir sözcük
daha çıkardı.
“ Bu aşk. Onu rüzgâra bırakalım istiyorum.
Dağılsın her yana. Dağlara, ovalara, denize, gökyüzüne. Kimin yanından geçerse girsin yüreğine. Bir
büyü gibi yayılsın her yana.”
Adam parmaklarının arasında tuttuğu aşkı
öptü, nefesiyle üfleyip rüzgâra saldı. Aşk döne döne yükseldi. Kimi denizin
üstünden geçip balıklara, kimi kuşlara, kimi de insanlara fısıldadı taşıdığı
emanetin sırrını. Bitmez bir yolculukta hiç yorulmadı rüzgâr aşkı taşımaktan.
“ Bu da şarkılar.” dedi adam, cebinden çıkardığı sözcüğü gösterirken.
Sonra kadının kulağına fısıldadı şarkıyı. Adamın gözlerinde kayboldu kadın, kadının
gözlerinde kayboldu adam. Damarlarındaki kanın ılık ılık akışını, kalp
atışlarının hızlandığını hissettiler.
“Onu kuşlara verelim. Gece gündüz mırıldasınlar
umudu, direnci, aşkı. Biz şarkımızı söylerken başkaları da buluşsun kendi
şarkılarıyla.”
Denizin üstünde uçan martının gagasına
kondurdu şarkıyı adam. Martı dağıttı şarkıyı gagadan gagaya. Kulaktan kulağa
ulaştı şarkı. Adamla kadın dans etmeye başladı sahilde. Çılgınca, ölesiye,
doyasıya. Deniz sıcak sıcak okşadı ayaklarını, rüzgâr saçlarını dağıttı, kuşlar
aşk şarkıları fısıldadı kulaklarına. Karşı kayalıklarda inleyen Promete’nin
acıları dindi.
…
Günlerdir,
içi titreyerek okuduğu, bitmesini istemediği kitabın bu son sayfasını tekrar
tekrar okudu kadın. Kapatıp dizlerinin
üstüne koydu, dirseklerini kitaba dayayıp yüzünü avuçlarının arasına aldı. Bir
deniz kenarı hayal etti, kocasının kollarında erimek istedi dans ederken.
Kuşlar şarkılar fısıldasın, rüzgâr aşkla okşasın istedi tenini. Dışarıya kulak
kabarttı. Ne kuşlar şarkı söylüyordu, ne de rüzgârın uğultusu vardı. Soğuk bir
ürperti bütün bedenini dolaştı, üşüyordu.
Başını kaldırıp odayı taradı. Kocasının
yatmadan önce çıkarıp sandalyenin üzerine gelişigüzel attığı pantolonuna ilişti
gözü. Kalktı, ceplerini yokladı. Birkaç metal para, tütün artıkları, kullanılmış
bir selpak ve birkaç şans oyunu kuponundan başka hiçbir şey bulamadı. Pantolonu
yerine bıraktı. Gecenin sessizliğini dinledi bir süre daha. Yatak odasından
kocasının horultuları geliyordu.
Kitabı tekrar eline aldı, birkaç defa baştan
sona göz gezdirdi. Bazı bölümleri tekrar okudu. Bittiğine üzüldü, kendini terkedilmiş
gibi hissetti. Gözlerini kapattı, kitaptaki adamı hayal etti, sözcükleri onunla
birlikte dağıtmak isterdi. Elini
tutmak, onunla dans etmek, yanmak
istedi. Rüzgârda uçuşan, martıların gagalarına ilişen, denize karışan sözcükler
canlandı gözünde. Kimisi bir dalganın koynunda salınırken, kimisi de ağacın
dalına konan kuşun gagasındaki ötüşte çınlıyordu. Hayatı bir film şeridi gibi
geçti gözlerinin önünden. Kocası ona hiç
aşkla bakmamış, yüreğini titretecek sözler söylememişti. Oysa nasıl da ihtiyacı
vardı güzel sözlerle okşanmaya.
“ Okuduklarımdan çok mu etkileniyorum,
okudukça mutsuz mu oluyorum?” dedi kendi kendine. Hayır, yapamazdı okumadan.
Bir tek kitaplarda buluyordu mutluluğu. Kitabı, bir sevgilinin tenini okşar
gibi kavradı, vitrindeki diğer kitapların arasına özenle yerleştirip yatak
odasına geçti. Kocasını uyandırmadan yatmalıydı. Şimdi dayanamazdı onun
kendisinden görevmiş gibi beklediklerine. Hem kitaptaki aşkın atmosferinden
çıkıp kaba dokunuşlara tahammül edemezdi. Yorganı yavaşça kaldırıp sessizce
girdi yatağa. Kocası horlamaya devam ediyordu. Uyanmadığına sevindi. Uzun süre
döndü yatakta. Düşler kurdu, okuduğu kitaptan sahneler canlandı gözlerinin
önünde.
Uyku
ile uyanıklık arasında yorganın bir ucunun kaldırıldığını hisseder gibi oldu. Nefesini
tutup bekledi. Bir daha kıpırdadı yorgan. Gözlerine inanamadı. Onu bu kadar
yakışıklı hayal etmemişti kitabı okurken. Sağ işaret parmağını dudaklarına bastırmış “
hişt!” diyordu. “Biliyorum beni bekliyorsun, seni almaya geldim, senin için
cebimde sözcükler biriktirdim. Sahile inip onları birlikte dağıtalım tüm evrene.”
SonGemi
Nisan 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder