14 Şubat 2016 Pazar

YAŞAR KEMAL TADI

                                                           


                                                     YAŞAR KEMAL TADI 

                                                                                                   Münire Çalışkan Tuğ                                      
        Kimi tatlar insanın damağına öyle bir yerleşir ki onlardan uzak durmanız olası değildir. Bağımlısı olur, yediğiniz her şeyde ondan bir parça ararsınız.  Bulamazsanız  ne karnınız doyar, ne de gönlünüz.Yarım kalırsınız, tamamlanamazsınız, hep aranırsınız.İşte benim için Yaşar Kemal böyle bir tattır.Bağımlısı olduğum, beş duyumu ayrı  ayrı besleyen bir  tat. Onun kitaplarını okurken , kendimi doğanın ortasında  buluveririm; doyasıya  gördüğüm, kokladığım, dokunduğum, şarkısını dinlediğim ve gürül gürül akan sularını kana kana içtiğim doğanın.
    Yaşar Kemal okurken, yüz bin çiçek olurum; yüz bin renkli çiçek Anadolu'nun yaylalarında.Onun insanları gibi giyinir, Çukurova'nın  uçsuz bucaksızlığında salınırım.Kitabın sayfalarından süzülüp dağ bayır gezerim; susuzluğum diner, Anadolu'nun serin ırmaklarına değince dudaklarım, dumanlı dağlarıyla hayallenir, çiçeği, ağacı, kuşu, arısı; alı, moru, yeşili ile gönenirim.
    Soğuk bir kış gecesinin ayazında, sıcak çayın tadını ve kokusunu hissederim iliklerimde. Bulgur pilavının üstüne dökülen kızgın yağın “cosss”lamasını duyar, kabarcıklarıyla iştahlanır, kokusuyla dellenirim.
    Yaşar Kemal okurken  inatçı bir direnç hisseder, sarp bir kayayı tırmanan Meryemce olurum, başını kızdıran güneşe aldırmayan; ya da İnce Memed  beni kaldırsın isterim dağa. Çakırcalı Efe'nin kaya dibindeki  sofrasına kurulurum korkusuzca, soğan ekmeği  efsanelere  katık  ederim.
    Geçmişi karışık, korkaklıkla dostluk arasında gidip gelen  Koca Halil olur, bir yandan linç edilmekten, diğer yandan da öldürülecek kadar ciddiye alınmamaktan korkarım. Gençliğimde döngeleyi  haber vermedeki  isabetimle köylünün itibarını kazanırken; yaşımın ilerlemesiyle,  gördüğümü ve bildiğimi görmezden, bilmezden gelirim; yaşlandığım için göçe almayıp köyde yalnız bırakacaklarından korktuğum için.
    Kimi zaman da, Kör Abdal Zeyki'nin bağlamasını alıp elime, kanadı kırık turnaya  türküler söylerim. Sonra bir mucize olur, açılıverir gözlerim;  turna uçar gider. Ya da   Florya'da, çocukların yakaladığı kuşları satın alıp azat buzat  bırakırım İstanbul'un mavi göğüne; kiliselerin, havraların, camilerin önünden.
   Yaşar Kemal okurken, Anavarza kayaları gibi başı dumanlı bir dağ olmak isterim.  O kayalıklarda talan edilen kuş  yuvalarından yerlere saçılan yavruların son çırpınışlarıyla içim ürperir;  ama kızamam Hasan'a. Yılanlar gelir gözlerimin önüne, insan kılığına girmiş yılanlar. Etrafını çevirdikleri  Esme'yi  korkutmak için tıslayan, onun küçücük ve sevgi dolu oğlunu zehirlemek için çevresinde dönen yılanlar.  Sokağa çıksam peşime düşeceklerimden korkarım . Oysa Esme korkusuz, dimdik durur. Yerden bir taş, bir taş daha alıp kafalarını ezesim  gelir; hınçlanırım okuduğumun bir roman olduğunu bile bile.
      Ve daha nice doyumsuz tatlar...
      Yaşar Kemal'i  okurken  çiçeğe durur dallarım, bahar bahar tazelenirim. Duyarım, görürüm, işitirim, dokunurum, tepeden tırnağa doyarım. Direncim artar, yüreğim  güçlenir; yolumdan asla dönmem , kafama koyduğumu yaparım.



  
                                                             aydili
                                                                  sanat dergisi  
                                                      ARALIK 2015
                                                      SAYI:16                                                                                                                           
   



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder