BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ
MÜNİRE ÇALIŞKAN TUĞ
" Kostümler hazır!"
" Işıkları kontrol ettim, sorun yok."
"Işıklar
söner sönmez sahnedeki yerimizi alıyoruz, unutmayın!"
Heyecanlıyım. Kulaklarım uğulduyor. Salon
dolu. Bir kadının şen kahkahaları kulise doğru yayılıyor. Yüreğimin atışlarını
bastırmaya çalışıyorum. Nergiz Hanım en önde oturuyor. Bütün benliği ile yanımda olduğunu bilmek biraz
yatıştırıyor heyecanımı.
"Her şey
yolunda " diyorum," Başaracağız. Bir rüya gerçek oluyor bu
akşam."
Kuliste
bir sağa bir sola turlarken kendimi Kadıköy'de, Akmar Pasajı'nın önünde buluyorum. İçeri girip
kitaplara bakıyorum. İlerde çok param olursa bu kitapların bazılarını, buradaki
tutsaklıklarından kurtaracağıma söz veriyorum kendi kendime. Eve gitmek
gelmiyor içimden. Burada, kitaplarla olmak hoşuma gidiyor. Dışarının soğuğundan
üşüyen bedenimi, kitapların sıcaklığıyla ısıtmaya çalışıyorum. Anneannemin
masallarıyla ısındığım gecelerim geliyor aklıma. Anneannemi çok özlüyorum.
Ankara'da
anneannemle birlikte yaşıyorduk. Annem, evlere temizliğe gidiyor, babam inşaatlarda
çalışıyordu. Anneannemin emekli maaşı da eklenince geçinip gidiyorduk. Her
akşam, sobayla tek odası ısıtılan evimizde, anneannem sıcacık masallarla
örterdi üstümüzü. Düşlerimiz, dinlediğimiz masallarla renklenirdi. Dinlediğim
masal kahramanlarını canlandırarak başlamıştı tiyatro merakım.
Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi
tiyatro bölümünü kazanınca geliyorum İstanbul'a.
Arkadaşlarımla,
beş yıldır, yerin altındaki bir sığınak gibi olan, bir penceresi bile
bulunmayan rutubetli evimize gitmek için hiç acele etmiyorum.
Üçüncü dükkâna girdiğimde sıcak bir
gülümseme ile karşılıyor dükkân sahibi. Haftada birkaç gün geldiğim için beni
tanıyor, kitaplara olan düşkünlüğümü biliyor. Elime alıp incelediğim kitabı
görünce:
"Beş lira, ama sen iki ver yeter."
Cüzdanımdaki on liranın ikisini verip kaçar
gibi uzaklaşıyorum oradan. Eve giderken de iki simit alıyorum akşam yemeği
niyetine.
Eve gelir gelmez başlıyorum okumaya. Kitabın
benden önceki sahibi epeyce ilginç biri olmalı. Satır başlarına, kelime aralarına
harfler yazmış. Bazı harfleri yuvarlak içine alırken, bazılarının da altlarını
çizmiş. Baştan sona, sayfa sayfa çevirip bakıyorum. Harfler her sayfaya
serpiştirilmiş.
"Çok
sıkılmış olmalı" diyorum; "Belki de bir öğrencidir, öğretmeni zorla
okutmuştur."
Kitabı
okuyup bitiriyorum; ama harfler dikkatimi dağıttığı için tadına varamıyorum. Kızıyorum
benden önceki sahibine. Öğrenci harçlığımdan verdiğim iki liraya üzülüyorum. Bir
yandan da merakıma yenik düşüp harfleri bir araya getirip, onlardan anlamlar
çıkarmaya çalışıyorum. Harflerin düzgünlüğü ve yazıldığı yerler merakımı
kamçılıyor. Sabaha kadar uğraşıyorum. Sabahın ilk ışıklarıyla uykuya teslim
oluyorum.
Okyanusun üstünde harflerden yapılmış bir
teknedeyim. Harfler bir dağılıp bir toparlanıyor. Durmadan kürek çekiyorum.
Uzakta bir ada görüyorum, adada beyazlar giymiş bir kadın bana elini uzatıyor,
ben eli tutmak istedikçe kadın uzaklaşıyor. Harflerin her biri ayrı bir tekne olup
farklı bir yöne gidiyor, sonra onların yerini kitaplardan oluşan bir tekne alıyor.
Sayfalar ıslandıkça batıyorum, Kadının elini tutmak üzereyken kayığım batıyor
ve sulara gömülürken uyanıyorum.
Saate
bakıyorum. Öğlen olmuş. Akşamdan kalan simit parçasını yiyip kitabın başına
oturuyorum. Harfleri bazen önündeki, bazen sonundakilerle birleştirerek yazıyor,
ille de bir şeylere ulaşmaya çalışıyorum. Beni kendisine çeken, vazgeçemediğim
bir büyüye kapılıyorum.
Üçüncü günün sonunda ilk kelimeye ulaşıyorum: Sevgili. Ürperiyorum, " delirdim
mi?" yoksa diyorum. Merakım iyice kamçılanıyor. Kitabın başından kalkmadan
şifre çözüyorum. Bir haftanın sonunda aşağıdaki satırlar çıkıyor ortaya:
Sevgili
Kitapsever,
Seni
kutluyorum. Merakını ve çabanı övüyorum. Kim bilir kaç gece uykusuz kaldın. Yılmadın.
Başardın.
Evimde büyük bir kütüphane var. Benden sonra
bir sahibi olsun; ancak onu hak etsin, istedim. Kütüphanem senindir. Seni bekliyorum. Eğer gecikir, ben bu dünyadan
gittikten sonra gelirsen, evin dış kapısındaki merdivenlerin solundaki incir
ağacının dibini kaz, orada genişçe bir taş var, anahtar onun altında.
Kitaplarım
emanetindir.
Bu bir oyun muydu?
Ya gerçekse. "Çok sıra dışı!" diye düşünüyorum. Şifrelerden oluşturduğum adrese bakıyorum.
Gitmeli miyim, bilemiyorum. "Gitmeyeceksem neden bu kadar uğraştım?"
diyorum kendi kendime.
"Yok yok, bir oyun bu, gerçek olamaz.
Çılgın bir oyun! Normal değil bunu yapan. Peki, ben niye uğraştım günlerce? Gitsem
mi? Ne kaybederim? Gitmeyeyim, delilik!
Gitmeli miyim?"
Kararımı
veriyorum, gidip adreste yazan evi arayacağım.
Hazırlanıp yola çıkıyorum. Evi kolayca buluyorum. Etrafı taş duvarlarla
çevrilmiş, bakımlı bir bahçenin içindeki eve uzaktan bakıyorum. Her taraf ağaç
ve çiçeklerle dolu. Perdeler kapalı. Tarif
edilen incir ağacını görünce heyecanım iyice artıyor. Kapıyı çalmaya cesaretim
yok. Kapı, merdivenler, incir ağacı…
" Bir doktora mı gitsem, arkadaşlarım
beni niye uyarmıyor, gerçeklik duygumu mu yitirdim?"
Sağ elimle, sol koluma bir cimdik atıyorum. Dudaklarımı
ısırıyorum. Bedenimi hissetmek iyi geliyor.
Bir süre oralarda dolanıp, karmaşık duygularla
eve dönüyorum.
İki gün sonra cesaretimi toplayıp
tekrar gidiyorum. Şifreleri çözerek oluşturduğum mektup ve kitabı çantaya
koyuyorum. Bu sefer kararlıyım, "Oyun bitmeli!" diyorum.
Perdeler gene kapalı. Kapıyı çalıp bekliyorum.
Açılmıyor, tekrar çalıyorum. Ses yok. İncir ağacının dibine gidip sağa sola
bakıyorum. Bayılacak gibi oluyorum. Bir daha gelmemek üzere ayrılmaya karar
verip bahçe kapısına yöneldiğimde bir anahtar dönüyor kapıda. Kapı açılıyor. Yetmiş
yaşlarında, oldukça dinç görünen kadın.
"Birisini mi aradınız?"
Ne diyeceğimi bilemiyorum. O anda eriyip
kaybolmak, ya da buharlaşıp uçmak istiyorum.
"Şeyy!" diyorum, devamını getiremiyorum, sesimin ve
sözcüklerin beni terk ettiğini düşünüyorum.
" Ben, kitap"
diyebiliyorum sadece. Çantamı karıştırıyor, aradığımı bulamıyorum. Şaşkınlığım
beni ele veriyor.
"İnanamıyorum!"
diyor ,"Çözdün demek! İçeri
gel!" Güven veren gülümseyişi önce yüzüne, oradan da her yana saçılıyor.
Masallardaki cadılar aklıma geliyor, önce sevimli görünürler zaten. Korkuyorum.
" Şimdi beni içeri alıp kapıyı üzerime
kilitleyecek, belki de bal kabağına döneceğim."
Tüm bedenim titriyor. Bir taraftan da bu
oyundan kendimi alamıyorum.
Eve
giriyoruz. Kulaklarımın uğultusuna engel olamıyorum. Bir karanlığın içinde
gibiyim. Gözlerim kararıyor. Ne yapacağımı bilemiyorum. Mutfağa gidip bana bir
bardak su getiriyor. Ellerim titreyerek içiyorum suyu.
" Rahat ol, burası
senin evin, ben kaç yıldır seni bekliyorum." diyor. Güven veren sesinin
sıcağı, anneannemin masalları gibi sarmalıyor beni. Biraz kendime gelince,
kitabı ve mektubu gösteriyorum. Gözlüklerini takıp mektubu okuyor. Hiçbir
hareketini kaçırmamaya çalışarak onu izliyorum."Oyun nasıl bitecek?"
düşüncesi binlerce kurt olup beynimi kemiriyor. Okuyup bitirince gözlüklerini
çıkarıp alev alev yanan gözlerini bana dikiyor.
"Kendi kendime bir oyun oynadım, sonra
neden gerçek olmasın dedim ve oyunu sürdürdüm. İlk günler hep kapının çalmasını
bekledim. Kimse gelmeyince oyun da heyecanını yitirdi. Ama sözümdeyim, kütüphanem
senindir. Ondan istediğin zaman yararlanabilirsin. Doğa ana beni yanına alınca
da onun sahibi sen olacaksın."
Akşama
kadar kendimizden söz ettik, kitaplardan konuştuk. Tiyatroyu sevdiğimi, bölümü
severek okuduğumu anlattım. Tiyatronun geleceğinden duyduğum kaygıdan, salon
bulma sıkıntısından söz ettim.
Nergiz Hanım da çok severmiş tiyatroyu, eşinin
sağlığında onunla çok güzel oyunlar izlemişler.
" Hayatı doya doya yaşadık, çok mutlu
olduk, tek isteğimiz bir çocuğumuzun olmasıydı, olmadı!"
Hüzünleniyor. Gözleri
duvardaki resme dalıp gidiyor. Hüznü dağıtmak için:
"O kitabı bulmasaydım, gelmeseydim, başka
bir planınız var mıydı?" diye soruyorum merakla.
"Beş yıl bekleyecek, sonra da bir okula
bağışlayacaktım, bak ikinci yılda çıkıp geldin." diyor neşeli sesiyle.
Sonraları her gün gidiyorum oraya, birlikte planlar
yapıyoruz. Evin büyük salonunu butik bir tiyatro salonuna dönüştürüyoruz. Kütüphanemizi
de halka açma kararı alıyoruz. Ondaki enerjiye hayran kalıyorum. Hiç yorulmuyor,
umutsuzluğa düşmüyor, her zorluğu ilginç bir biçimde aşmayı beceriyor. Anneannemden
dinlediğim masallarla renklenen çocukluk düşlerim, Nergiz Hanım'ın katkılarıyla
gerçekleşiyor.
Işıkların sönmesi ve perdenin açılmasıyla
kendime gelip sahneye koşuyorum. Anneannem yerini almış bile çoktan.
İki yanımdan sarkan saç
örgülerimle oynayarak, onun dizinin dibine oturup masalı dinlemeye başlıyorum.
Bir varmış, bir yokmuş.
Patika dergisi 92. sayı
( Ocak-Şubat- Mart 2016)
Çok güzel bir öykü olmuş tebrikler öyküde,kahramanıda ilham verici ayrıca akıcı bir uslüpla yazılmış keyf aldım.
YanıtlaSilTeşekkür ederim.Yüreğine sağlık Serap. Yeni öykülerde görüşmek üzere.Sanat bize yeni güzellikler yaratmak için hep ilham versin.
SilArtık kitaplaşmalı bu öyküler.
YanıtlaSilArtık kitaplaşmalı bu öyküler.
YanıtlaSilIkinci kez okudum bu öyküyü. Severek, alarak okudum. Kutluyorum.
YanıtlaSilHarikasın arkadaşım.Çok güzel.
YanıtlaSil