AYIKLA PİRİNCİN
TAŞINI
Münire Çalışkan Tuğ
Mağazadan
hızla çıktı. Ana caddeye açılan kapının önünde durdu, çevreyi kontrol etti.
Sanki birisinin kendisini görmesinden korkuyordu. Merdivenleri koşarak indi.
Caddeye geldi. Yağmura aldırmadan yürüdü. Köşeyi dönünce adımlarını yavaşlattı.
Her adımda, bedeninin belden yukarısı ileriye doğru yaylanıyor, sonra diğer
adımla geri geliyor, bir sonrakinde tekrar ileriye uzanıyordu. Adeta mesafeyi ölçermiş yürürken, omzuna
attığı ceketin boş kolları düzenli salınımlarla bu yürüyüşe eşlik ediyordu.
Geniş caddenin sağ tarafında durdu, gelen
ilk taksiye bindi. “Sütlüce” dedi buyurgan bir sesle. Sağ eliyle ceketinin sol
iç cebini yokladı. Önemli bir işi, kazasız belasız atlatmış olmanın rahatlığıyla
gevşedi.
“Neyse ki kimseye görünmeden
hallettim. Milletin diline düşmeyegör.
Allah muhafaza sakız ederler ağızlarında.” diye geçirdi içinden. Derin bir
nefes aldı. Hızını artıran yağmurun etkisiyle trafik önce yavaşladı, sonra durma
noktasına geldi. Adım adım ilerliyorlardı sanki.
Arabaya binmeden önce çiseleyen yağmurun
giysilerinde yarattığı serinlik tenini ürpertti. Bu ürperme onu beş yıl
öncesine götürdü. Gergin yüz hatları gevşer gibi oldu, sonra yeniden eski
ciddiyetini aldı. Bir tiyatro oyuncusuymuş da rolünü unutup kendisini
oynuyormuş gibi hissetti. Toparlandı.
Babasının o talihsiz olayda vurulmasının
ardından aile ile röportaj yapmaya gelmişti gazeteci Nesrin. Yanında kuzeni
Nilay da vardı. Dışarıda serpiştiren yağmur damlaları gömleklerinin üzerinde
yayılmış, ince kumaşlar yer yer omuzlarına, kollarına yapışmıştı. Kuzen Nilay
ikide bir ürperiyor, vücudu tepeden tırnağa sarsılıyordu. Nilay’ın ürperişleri
garip bir etki yapmıştı Serkan’ın üzerinde. Onun da bedeni ürpermiş, damlaların
serinliğini omzunda, sırtında, yüreğinde hisseder olmuştu.
Bir ara gözleri Nilay’ın gözlerine kaymış,
donup kalmıştı. Damarlarından kanı çekilmiş, bacaklarını bir titreme almıştı.
Yüreği göğüs kafesini parçalayıp dışarıya fırlayıverecekmiş gibi hızla
atıyordu. Nefesi daralmış, boğulacak gibi olmuştu. Nesrin, Serkan’ın bu durumunu
babasının ölümünden duyduğu üzüntüye yormuş, olayı yeniden anımsattığı için
defalarca özür dilemişti ondan. Serkan bunu fırsat bilmiş, elini yüzünü yıkayıp
geri gelmişti. “ Acımız daha çok taze,
bu röportajı başka zaman yapsak!” diyerek geçiştirmişti. Rahatlamaya, Nilay’ın
gözlerinden yayılan enerjinin kendisi üzerindeki etkisini örtmeye ihtiyacı
vardı.
Yine hızlandı yüreğinin atışları. Nilay’la
evleneli üç yıl olmasına rağmen o ilk günkü çarpıntı hala geçmemişti. Bunu
hissettirmek istemezdi Nilay’a. Annesi
hep uyarırdı kendisini “Kadın kısmına pek yüz vermeye gelmez, içinden sevecek,
belli etmeyeceksin. Sen ‘Olmaz!’ dersen, olmayacak. Senin sözünün üstüne söz etmeyecek.
Biz babanla öyleydik, hiç kavgamız gürültümüz olmazdı. Hem erkek sert olursa
kimse yan gözle bakamaz karısına.” derdi.
Babasının annesine aldığı hediyeleri ya bir
gezmeye giderken, ya da çok özel günlerde görürlerdi. Bir kere bile onların
yanında vermemişti. Çocuklarını kucağına alıp sevmemiş, hep uzaktan
hissettirmişti babalığını. Kendisi de şimdi babasının kopyası olup çıkmıştı. Ama
kendisini buna zorlayan koşullar vardı, kimseye güven olmaz, güzel karısına yan
gözle bakılmasına dayanamazdı. Kadın dediğin korunup kollanmalıydı. Üstelik
gebeydi Nilay, aslan gibi bir oğlu olacaktı. Şimdi her zamankinden daha çok
korunmaya ihtiyacı vardı.
Bunları düşünürken, hiç ölmeyecek zannettiği
babasının kanlar içindeki görüntüsü geldi gözlerinin önüne. Kurşun tam göğsünün
üstünden girmiş, dev gibi adam boylu boyunca serilmişti kahvenin ortasına. Kavganın kızıştığı, silahların birbirine doğrultulduğu
yerde babası girmişti araya kavgayı önlemek için. Nereden bilecekti en çok sevdiği arkadaşının silahından çıkan bir kurşunla öleceğini.
Yol açılmış, trafik hızlanmıştı. Saate baktı, daha zamanı vardı. Önce Nilay’ı
arayıp gecikeceğini söyledi. Sonra Osman’ı aradı. “On beş dakika sonra
oradayım, bir iki tek atar havamızı buluruz; Ali’yle Ramazan da gelecekler.” dedi.
“Yılbaşında
eve erken gitmeye gelmez, adımız kılıbığa çıkar sonra, şöyle biraz demlenip bir
yolunu bulur kalkarım.” diye düşündü. “ Hem Nilay da alışırsa hep bekler, sonra
da ayıkla pirincin taşını. Kadın kısmını şımartmaya gelmez.” diye geçirdi içinden
eliyle ceketinin cebindeki küçük kutuyu yoklarken.
Birahanenin önünde indi, ağır adımlarla
girdi içeri. Arkadaşları gelmiş onu bekliyorlardı. Garsonu çağırıp masayı
donatmasını istediler. Garson Hasan “Masayı donat!” sözüyle ne istendiğini iyi bilirdi.
Hem Serkan’ın arkadaşları önceden geldiği için hazırlığını yapmıştı çoktan.
Beş dakika içinde kadehler tokuşturulmaya
başlandı. Ramazan, “Kılıbıkların evde karısıyla yılbaşı kutlamalarına içelim”
deyip kaldırdı kadehini. “ Yılbaşı, sevgililer
günü, doğum günü, evlilik yıldönümü, kıl günü, tüy günü… Bir başladın mı sonu
gelmez onun. Özgürlüğümüze içelim.”
“Erkek adam karıya yuları kaptırmaz, evinin
kralı olur kralı. Her sözü fermandır erkek adamın.” diye ekledi Serkan.
Sohbet koyulaşmış, kimilerinin erkekliği
iyiden iyiye masaya yatırılmıştı ki yan masada oturanlar birbirlerine
bağırmaya, küfür etmeye başladılar. Kadehler yerlere, duvarlara fırlatıldı,
masa yumruklanmaya başlandı. Serkan bir iki kalkıp oturdu, “Ayıp oluyor ama,
sizin yaptığınız erkekliğe sığar mı? ” deyip ileri atılmak istedi. Her
seferinde arkadaşları tuttu onu. Kavga sırasında duvara çarpılan bir kadehten
sıçrayan cam parçası gelip alnını kanatınca Serkan bir atmaca gibi fırladı
yerinden. Küfürler, yumruklar havada uçuştu. O boğuşma sırasında Serkan’ın
cebindeki kırmızı plastik kalp yere düştü, Ali’nin ayağının altında
çatırdayarak parçalandı. İçinden kırmızı, dantelli bir iç çamaşırı çıktı. Gözler,
önce masanın yanındaki dantelli iç çamaşırına, ardından Serkan’a çevrildi.
Şimdi kavga durmuş herkes Serkan’a bakarak kahkahayla gülmeye başlamıştı.
Serkan yerdeki iç çamaşırını tekmeledi.
Savrulan çamaşır duvardaki aydınlatma lambasının ucundaki yaprak desenli
metalin ucuna takılıp kaldı. Kızgın bir boğanın çıkardığı böğürtüler gibi“ Kim
koydu lan onu benim cebime? Ha, kim
koydu, kim? Gösteririm ben size! “diye bağırıp sağı solu tekmelemeye başladı.
Önce yan masadakilere, ardından da arkadaşlarına tehditler savurarak kapıdan
çıktı. Arkasından seslenen arkadaşlarına küfrederek gecenin karanlığında
kayboldu.
Mayıs 2016- KARTEPE