BİR UZUN YOLCULUK VE İNTİKAM ROMANI TOL’DE YÜZ YILLIK İNSANLIK VE TOPLUM PANORAMASI
Münire Çalışkan Tuğ
TOL,
İstanbul’dan Diyarbakır’a yapılan bir tren yolculuğun öyküsü. Bir yol öyküsü gibi görünse de aslında bu
yolculuk, baskıcı iktidar karşısında yeni bir dünya düşü kuranların, hem geçmişten
geleceğe, hem de kendi içlerine yaptıkları bir yolculuktur.
Geçmişte
devrimci mücadele yürütmüş, şimdi içkiye sığınan bir şairle bu yolculukta ona
yol arkadaşlığı eden, şairin anlattığı
küçük hikâyelerle babasını tanımaya çalışan ve çalıştığı dergiden işini iyi
yapmasına rağmen muhalif fikirleri nedeniyle kovulan bir editörün ve onun gibi
olan diğer “ötekilerin” öyküsüdür TOL.
Yapılan yolculukta, zaman zaman babanın hikâyesi
gencin hikâyesine, gencin hikâyesi de şairin hikâyesine karışıyor; okur, hikâyenin
kime ait olduğunu anlamakta güçlük çekiyor. Onların kimliğinde, 1900’lerden
2000’lere, ancak küçük farklarla birbirinden ayrılan bir sürecin karmaşasıdır aslında
bize sunulan.
Bir yolculukta, iki insanın hayata ilişkin
deneyimlerinin dünden bugüne aktarılması, devreden mücadele süreçleri, dünyayı
anlama ve değiştirme çabaları, bir anlamda bunun da uzun süren bir yolculuk olması, bu yolculuğu kesintiye
uğratanlardan intikam alma çabası, bu çaba sırasında yaşanan acılarla baş başa
kalınan süreçler…ve daha birçoğu işleniyor, insanı bütün olumlu ve olumsuz
yanlarıyla ortaya koymaya çalışan TOL’de.
Seçilen dil de romanın dokusuna uygun
olarak biçimleniyor bu anlatıda. Konu
kaybedenlerin mücadelesi olunca dil de sertleşiyor o ölçüde, kaybetmenin acısı,
yenilmişliğin hırsı acımasızlığın diline dönüşüyor. Mücadele ile parçalanamayan
kötü gerçeklik, dille sarsılamaya ve parçalanmaya çalışılıyor. Dolayısıyla da
kötü, kaba, müstehcen bir dil egemen oluveriyor anlatıya ve sarsmaya başlıyor.
Murat Uyurkulak, erotizmin ve pornografinin
yıkıcı ve parçalayıcı dilini, sıradanlığa düşmeden, konunun bir parçası
olarak kullanıyor ve güzel bir ihtimal
olan devrime giden yolda okuru sarsmaya
devam ediyor.
Dil evrenini ustaca kuran yazarın roman boyunca altını çizeceğimiz, kullandığı bir
imgeyle birçok duruma ve olaya kapılar aralayacağımız cümleleri okurken,
anlatılmak istenenleri kaçırmamak için hep dikkatli ve uyanık olmamız
gerekiyor. Alışılmışın dışında, ondan çok farklı olarak kurulan imgeler dünyası
sizi roman boyunca buna zorluyor. Aşağıda seçilenler bunlardan bazıları:
Varlığından bile emin olunmayan
bir şehre yapılan yolculuktaki ruh halini, “ Nihayet ruhumun fermuarını
çekebilecektim.” (s.15), başarılı
çalışmalarına rağmen, bölücü, mimli, terörist olabileceğinden korktuğu
çalışanını işten atan patronu eleştirirken, “Vicdanı beline kaymış editörüm.” (s.15), bir
rüyadan uyandığında, akşam birlikte uyudukları kadının gittiğini gören adamın
duygularını “ Gitmiş. Bıraktığı yarıktan düşler akıyor, kâbuslar fırlıyor,
metaforlar pırtlıyor.” (s.139),
ağlayanları “Ağladıkça içlerinden kara ırmaklar gibi ağular aktı.” (s 95), bir
kadını betimlerken “Karşısında duranın içine doru yavaşça süzülen bir atomlar
toplamı, sürekli dağılan ve yeniden toparlanan, sürekli dağıtan ve yeniden
toparlatan… Duygunun ve zekanın en has birleşimi, bakışı dik,sesi tok, öfkesi
kıyıcı üstelik…” (s.90), “Gözleri yüzünün yarısıydı ve içlerinde balıklar
yüzüyordu.” S.(74), yeni bir ilişkiyi anlatırken “ Yeşil gözlü, esmer bir kızın
ağzına değiyorum birkaç aydır.” (s.60)…ve daha nice ilginç söylem.
“Devrim, vaktiyle bir ihtimaldi ve
çok güzeldi.” diye başlayan romanda Türkiye’nin toplumsal ve siyasal
süreçlerine ilişkin birçok değini de yer alıyor. Bu değiniler okuru 1900’lerin
başından 2000’lere yapılan bir yolculuğa çıkarıyor. Okurun bu yolculuktan
alacağı keyif ya da öğrenecekleri, ülkesinin tarihi ve toplumsal yapısı ile
ilgili bildikleriyle sınırlı kalır ya da zenginleşir. Roman, okuyucusunu içinde
yaşadığı toplumun geçirdiği sosyal ve siyasi çalkantıları, ülke tarihindeki
kanlı olayları, bu olaylara karşı gösterilen tavırlarla da sorguluyor ve
sarsıyor. TOL bize, “Geçmişin mücadele ve kıyımlar tarihini, insan ilişkilerini,
ne kadar bilir ve sorgularsanız benden alacağınız da o ölçüdedir.” diye
fısıldıyor olaylar arasına yayılan değinilerle. İşte bunlardan birkaçı:
Suç işleyenleri, adam
öldürenleri, bombaları patlatanları yurt dışına kaçıranlara “vatansever” payesi
verilmesi,
Ülkenin doğusunda 30 yıldır
yaşananlara ithafen “Kulak koleksiyonunu getirdin mi?” diye sorulması
Köşe başlarında öldürülen bilim
insanları, siyasetçiler,
Eğitimde 12 Eylülle birlikte
değişen müfredat programları,
Devrim düşünün ezilmesiyle
mücadele içindeki insanların bazılarının savrulması, kimisi delirirken
kimisinin karşı devrim saflarında yer alması,
Gazetelerin gerçekleri örtmek
için sansasyonlar peşinde koşması, insani olanı değil, bomba etkisi yaratacak
olanı kovalamaları; gazetelerin, medya patronlarının elinde, alınıp satılabilen
en kıymetli ideolojik aygıtlar haline dönüşmesi.
Mübadele sonrası yaşanan
sıkıntılar, malların varlığını kanıtlayan belgelerin çalınması
Ortama ve yönetime göre parti
değiştiren vekiller,
Fuhuş, oğlancılık, baskı,
zorlama, yok sayma, işkence, hukuksuz işten atmalar ve daha niceleri.
Murat Uyurkulak bu ilk romanında birçok görüntüyü
de satır aralarında ustaca işleyerek bizim hafızamıza kazımayı başarıyor.
Örneğin roman kişilerinden Oğuz’un bir bacağının diğerine göre kısa olması, bu
bacakla ilgili olarak anlatılan ve içimize taş gibi oturan tuvalet kapısının
arkasındaki yosunlu tuğla, fındık farelerini leblebi gibi yutup sonra onları
capcanlı geri çıkaran Ada, şairin bir marketin raflarını andıran ceplerinde her
şeyi bulmanızın mümkün olduğu ceketi… Bunlar benim seçtiklerim, siz daha pek çoğunu
bulacaksınız romanda.
Romandan ilginç ve övülmeye değer
bulduğum bir örnek daha verip ondan yapılan alıntılarla bitirmek istiyorum.
Doğrudan yazmadığı tarihi
“Bir, bir, sıfır, dokuz, bir ,dokuz, sekiz ,sıfır” olarak olay kişisine söyleten Murat Uyurkulak (s.187)
- 12 Eylül’ün toplum ve birey hayatında
yarattığı etkiyi de direkt anlatmak yerine, kelimeleri ve cümleleri parçalayarak vermeyi
yeğliyor. (s.191) O parçalanmışlıkta, işkenceyi, tecavüzleri, kurşuna dizmeleri,
kan kusanları görüyoruz; insanların, bedensel, duygusal ve düşünsel bütünlüklerinin
nasıl bozulduğunu, bu bozulmanın onlara verdiği acıyı okuyoruz.
“Devrim, vaktiyle bir ihtimaldi ve
çok güzeldi.” diye başlayan roman, bu ihtimalin hala var olduğu düşüncesini romanın sonunda “Huzurla kapattım
gözlerimi, derin bir nefes çektim. Bir ihtimal olduğunda devrim ne kadar da güzel, diye düşündüm.
Uzaklarda bir yerlerde ard arda silahlar patladı. İstasyonun kapısından esmer
mi esmer bir çocuk bağırarak fırladı dışarı:
Ma ne durisız! Topal Efe Gabar’dan
inmiş Amed’e giriy laa” ifadeleri ile canlı
ve diri tutuyor.
Denebilir ki TOL, öfkenin,
intikamın, yolculukların, yalnızlığın, savrulmanın, inancın, acının, aşkın,
ihanetin, mücadelenin, sadakatin,
çatışmanın romanıdır, ülkenin yüz yıllık panoramasıdır.
Aşağıda; T, O ve L bölümlerinden
oluşan romanın, her bölümünden yapılan birer alıntıya yer verilmiştir.
“Çözüldün
ve utancından ölecek haldesin. Adın, ancak dünyanın yarısı havaya uçarsa
temizlenir diye düşünüyorsun. Zaten durmadan bunu planlıyorsun. Birbirinden nafile intikam planlarıyla
oyalanıyorsan. Kafana kurşunu sıkana kadar da bundan başka bir şey yapacağın
yok. Geçen sene aldığın o allahlık kırıkkale tutukluk yapmazsa tabii.” (
TOL-Murat Uyurkulak, Bölüm:T )
“ Yoksulduk.
Pasteldi. Aksi mümkün değildi.
İlk
evimizin, hayır, ilk izbemizin duvarlarını kiremit rengine boyamamın Esmer’de
doğurduğu öfke, belki zor çocukluğunu geçirdiği, evlerinin her biri kiremit damlı, ak duvarlı
Ege kasabasının ona erken bir fahişe
umursamazlığı katamamasından kaynaklanmıştı, bilemiyorum, nereden bileyim,
konuşmuyordu hiç.
Belki ilk kez bir babaya, bir
abiye, bir başka tanıdık pezevenge açılmış iki sıska bacağın defalarca
tekmelediği oda duvarlarının kiremit rengi olup olmadığını da sormuyorum hiç.böyle
it gibi soru olur mu hiç? ( TOL-Murat
Uyurkulak, Bölüm: O)
"Ülkeyse,
üç vakte kadar bırakıp gideceğini
bilmeden şeker bir delikanlıya abayı yakan ve bir yığın git gelle karar bozduğu
anda dokunulup okşanılmadan kalan bir bakire misali, önce bunalıma girdi, bir müddet sustu, Sonra
gözü sokaktan geçen ite uğursuza takılmaya başladı, kendini bir iki öptürdü,
sonra üzerine bir hafiflik geldi, dillendi de dillendi, sonra da her şeyi unuttu, kötü yola düşüp bir
fahişe kadar özgür oldu, özgürlüğünü de istibdatla pekiştirdi.” ( TOL- Murat
Uyurkulak, bölüm:L)
aydili
sanat dergisi
Haziran 2016-18.sayı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder