ASFALT
NECLA
Yıllardır,
alışılanın tersine, kadın görünümlü bir
korkuluk duruyordu asfalt yolun kenarındaki salaş kulübenin bahçesinde. Şimdiye
kadar bilinen korkuluklar; giydirilen
pantolon, ceket ve başına kondurulan şapka ile hep erkek figürüydü. Toprakla bütünleşmiş görüntülerini, ellerinin
devinimini, onlar ekip dikerken kimi bir ağaç dalından, kimi de bir tümseğin
üzerinden izledikleri, neşeli ötüşleriyle çalışmasına eşlik ettikleri bir
kadının korkuluk biçimine girmiş halinden korkar mıydı bahçeye dadanan kuşlar? Hoş erkeklerden de korkmuyorlardı ya. Kimi
zaman tepesine, kimi de iki yana açılan kollarına konar, dikkatli bakışlarla
çevreyi taradıktan sonra, ona meydan okurcasına, kuyruklarını aşağıya eğip
korkuluğun denk gelen yerine kakasını yapar, hızla ağarlardı domateslerin,
fasulyelerin, kabakların arasına.
Çevresi; yer yer çürüyüp yosun bağlamış, rengi
kararmış, sivriltilmiş uçlarına konserve, salça kutuları ve yumurta kabukları
geçirilmiş tahta parçalarıyla sarılmış bahçedeki kadın taklidi korkuluk, beyaz başörtüsü ve çorapları, divitin kumaştan
çiçekli elbisesi, elbisenin üzerine geçirilmiş uzun hırkası, giysilerin
içindeki bedeni simgeleyen ağaç aksamı ile bekliyor yolun kenarında. Sırtını
yüksek dağlara dayayıp eteklerini denize uzatmış bu sahil kasabasında kamyonlar
geçiyor asfalt yoldan. Kimi sağa, kimi
sola giden, kimi demir yüklü olduklarından ağır ağır, kimi de yükünü henüz
almadığından hızlı kamyonlar, kulübenin önünden geçerken korkuluğu selamlar
gibi yavaşlayıp sonra yollarına devam ediyorlar. Hani uğrak yerleri vardır yol
kenarlarında, orada mutlaka durulur, bir
çay içilir, biraz soluklanılır, oraya özgü lezzetler tadılır, onun gibi bir
şey işte. Şehir kaçkını, yorgun ve küskün korkuluk, saplandığı toprağa
tutunmaya çalışırken, kol niyetine uzanan ağaç aksama geçirilen çantasıyla bir
yandan da gitmeye, yoldan geçen kamyonlara atlamaya hazır bir yolcu gibi
bekliyor yolun kenarında. Bir korna, bir el hareketi, belki de sırıtkan bir
gülüştü beklediği.
Korkulukla özdeşleşen bir kadın olmak, kim
bilir belki de, badireler atlatmak, korkularla yüzleşmek demektir. Korkutmak
için korkuları aşmak, rüzgârlara, fırtınalara direnmek, yağmurda ıslanıp ayazda
titremek, bütün bunların üstesinden gelebilmek için de kendi kendine şarkılar,
türküler söylemek. Ya da korkularını
kâbusların kucağından kurtarıp hayatta kalabilmek, bir dillim ekmek ve
çocuklarının okul masraflarını çıkarabilmek için, yoldan gelen geçeni
selamlamak, aç bir çağrıya uyup dağ yamaçlarında ağaç diplerine yatırdığın
bedenini hoyrat ellere teslim etmek. Sonrası içki ve sigara kokan nefesleler,
yağlı vücutlar, aceleci, iş bitirici devinimler; yıpranmış, kenarları
yırtılmış, kirli paralar…
Sabun kokulu iç çamaşırlarını, beyaz
çoraplarını, kendisiyle neredeyse bütünleşmiş siyah eteğini, kalçalarından
aşağıya kadar sarkan, rengi değişse de modeli hiç değişmeyen hırkasını giydi
Necla. Çantasını koluna taktı. Kulübenin
kapısını açtı. Yorgun bedeni, pörsümüş
derisi, bir parantezi andıran bacakları, kısacak saçlarıyla kapıda durdu. Işıltısını çoktan yitiren gözleriyle önce
yola baktı uzun uzun, ardından toprağın üstünde yatan korkuluğa. ” Bu korkuluktan tek farkım nefes alıp
veren bir bedene sahip olmam. Onun da benimkiler gibi eklemlerinden gıcırtılar
geliyor, o da acı çekiyor. Kolay mı bu kadar yağmura, soğuğa, rüzgâra dayanmak,
düşüp düşüp yeniden ayağa kalkmak.” diye düşündü. Yorgun bedenini sürüyerek
korkuluğun yanına geldi, onu doğrultup toprağa dikti. Dibine koyduğu taşı
ayağıyla sıkıştırdı. Hırkasını, sol kola astığı çantayı düzeltti. Sağ kolunu her zamanki gibi yukarıya kaldırıp
sabitledi. Bu kol “ Buradayım, hazırım.” demekti. Sonra uzun uzun izledi
eserini. Onun kaygısız ve korkusuz duruşuna özendi, kendi vücudundaki
morlukları onarmak istercesine dokundu ahşabın nemli yosunlarına. “Şanslısın”
dedi. “ Senin kollarına kuşlar konup cıvıldaşıyor gün boyu, benimse üstümde
kocaman göbekli adamlar tepiniyor, hoyrat elleriyle kanatıyorlar bedenimi.
Köpeğe kemik atar gibi yüzüme fırlatılan kirli paralar onların vicdanını
rahatlatırken ben çürüyorum günden güne. Korkuluk bile olmayacak benden geriye
kalandan.”
Necla düşüncelere dalmışken Vuruzat’ın yüklü
kamyonu göründü asfalt yolda. Toparlandı, ayağa kaldırdığı korkuluğu yatırıp
bahçe kapısına çıktı. Bekletmeye gelmezdi Vuruzat’ı. Hep aceleci ve asabiydi. Karısıyla
kavgalarının acısını kendisinden çıkarırdı çoğu zaman. Kapı olarak kullandığı
çalıları kenara çekip yavaşlayan kamyona atladı. Gaza bastı Vuruzat. Kasabanın
dışına çıkınca kamyonu kenara çekip durdu. Necla’yı kolundan tutup sürükledi
çalılıkların içine. Çalıların arasındaki
fareler ve kertenkeleler biraz sonra Necla’nın bacaklarından akacak taze
hücreli, sümüksü sıvıyı koklamanın hazzıyla kaçışıp beklemeye başladılar.
Vuruzat, araba yağına bulanmış pantolonunu
indirdi. Kocaman göbeğinin üstüne çektiği kirli atletiyle abandı Necla’nın
üzerine. Nefesi sigara ve içki kokuyordu. Hiç fırçalamadığı dişleri sapsarıydı.
Dipleri kapkara tırnaklarını Necla’nın etine daldırıp daldırıp çıkarıyor, ama
bedeni bir türlü uyanmıyordu. Sinirlendi. “ Kart karı, bu ne hal lan, köpek
bile uyanmaz bu vücut karşısında, kıpırda biraz!” diye bağırdı. Necla,
girişimleri sonuç vermeyince alttan almaya, Vuruzat’ı sakinleştirmeye
çalıştı. “ Gerginsin, para da verme bu
sefer, başka zaman…” dediğinde, Vuruzat, bedeninin işlevsizliğinin
tüm hıncını ondan çıkarmak ve adının hakkını vermek istercesine Necla’ya vurmaya
başladı. Necla uzanmış, acılar içinde kıvranırken çalıların içindeki soda
şişesi çarptı Vuruzat’ın gözüne. Hızla kalktı Necala’nın üzerinden, şişeyi
aldı. Mademki onun bedenini uyandıramıyordu bu kart karı, o ne yapacağını
bilirdi.
Necla
kanlar içinde yatarken Vuruzat pantolonunu giydi, bir sigara yaktı. Sendeleye
sendeleye yola indi. Kamyona binip gaza bastı. Hırıltıyla uzaklaştı kamyon.
Necla kamyonun uzaklaştığını anlayınca zorlukla toparlandı. Bacaklarından
kanlar sızıyordu, Düşe kalka asfaltın kenarına geldi, oracıkta bayılıp kaldı. Yılların
Asfalt Necla’sı yolun kenarında, kendini görüp kurtaracak birilerinin olup
olmadığını bilmeden kanamaya devam ederken, fareler ve böcekler Necla’nın
toprağa sızan kanını koklamaya başlamıştı çoktan.
Şeref çocuğu ve karısıyla kayınvalidesinden
dönüyordu. Yolun kenarında kanlar içinde yatan Asfalt Necla’yı gördü. Önce
ikirciklendi durup durmamakta. Arka koltukta oğluyla oturan karısına baktı,
onun yüzündeki ifadeden karısının da gördüğünü, yardım etmek istediğini anladı,
ama oğlunun bu manzarayı görmesini istemediği için yola devam etti. Eve gelip karısını ve çocuğunu indirdi. ” Siz
geçin eve, gelirim ben.” deyip geri döndü. Fatma sevgiyle baktı Asfalt Necla’yı
kurtarmak umuduyla geri dönen kocasına.
Kimseye zararı yoktu Asfalt Necla’nın.
Üstelik ilkeli çalışır, kasabadan hiçbir erkeği kendine yaklaştırmazdı.
Kasabanın kadınlarının sigortası gibiydi. İlk zamanlarda kendisine yaklaşma girişiminde
bulunanlara “Eşlerinize sizi şikâyet ederim, benden uzak durun, hatta buralarda
sizi başkalarıyla da görsem susmam, bilirsiniz bu işlere soyunanın kulakları
delik olur, duymayacakları, görmeyecekleri olmaz” der, erkeklere korku salarken
kadınların içine serin sular serperdi. Belki de burada tutunabilmesini,
kimsenin ona karışmamasını böyle sağlamış, işini rahat yapabilmek için
kendisine zemin hazırlamıştı. Yaşı kaçtı, nereden gelmişti, kocası yok muydu,
kimse bilmezdi. İstanbul’da üniversite okuyan bir kızının olduğu, onun da
buraya hiç gelmediği, hatta kızına, ölse bile cenazesine gelmemesini tembih
ettiği söyleniyordu. Ortalıktan kaybolduğu günlerde, iş tuttuğu kamyonculardan
biriyle kızını ziyarete gittiği söylenir, çok geçmeden geri dönerdi.
Şeref, asfalt kenarında kanlar içinde yatan
kadının nefes aldığını anlayınca sevindi. Onu arka koltuğa yatırıp hastaneye
geldi. Kasabada herkes Asfalt Necla’yı tanıdığı, bildiği için hastanedekiler
Şeref’e fazla bir şey sormadan işe koyuldular.
Doktor, çok kan kaybettiğini, kurtulmasının mucize olacağını söyledi.
Yoğun bakıma alınıp tedaviye başlandı. İşlemler tamamlandıktan sonra hastaneden
ayrılan Şeref, kendisini bekleyen karısına ve oğluna dönmek için yola çıktı.
Asfalt Necla’yı o günden sonra gören olmadı.
İstanbul’daki kızının yayına gittiğini söyleyen de vardı, kendisine çalışacak
başka bir yer bulduğunu söyleyen de. Yoldan geçen kamyonculardan bazıları bir
süre daha kulübenin önünden geçerken yavaşlayıp korna çaldı, içeriden çıkan
olmayınca gaza basıp uzaklaştılar. Sonra kornalar da kesildi. Kulübenin
bahçesindeki korkuluk cılız otların arasında yere uzanmış öylece yatıyordu.
.
Yeni E dergisi Haziran 2017 (8. Sayı)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder