19 Ocak 2016 Salı

BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ

                                         BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ
                                                                                               MÜNİRE ÇALIŞKAN TUĞ
 " Kostümler hazır!"
 " Işıkları kontrol ettim, sorun yok."
"Işıklar söner sönmez sahnedeki yerimizi alıyoruz, unutmayın!"

   Heyecanlıyım. Kulaklarım uğulduyor. Salon dolu. Bir kadının şen kahkahaları kulise doğru yayılıyor. Yüreğimin atışlarını bastırmaya çalışıyorum. Nergiz Hanım en önde oturuyor.  Bütün benliği ile yanımda olduğunu bilmek biraz yatıştırıyor heyecanımı.
"Her şey yolunda " diyorum," Başaracağız. Bir rüya gerçek oluyor bu akşam."
      
    Kuliste bir sağa bir sola turlarken kendimi Kadıköy'de,  Akmar Pasajı'nın önünde buluyorum. İçeri girip kitaplara bakıyorum. İlerde çok param olursa bu kitapların bazılarını, buradaki tutsaklıklarından kurtaracağıma söz veriyorum kendi kendime. Eve gitmek gelmiyor içimden. Burada, kitaplarla olmak hoşuma gidiyor. Dışarının soğuğundan üşüyen bedenimi, kitapların sıcaklığıyla ısıtmaya çalışıyorum. Anneannemin masallarıyla ısındığım gecelerim geliyor aklıma. Anneannemi çok özlüyorum.
      
    Ankara'da anneannemle birlikte yaşıyorduk. Annem, evlere temizliğe gidiyor, babam inşaatlarda çalışıyordu. Anneannemin emekli maaşı da eklenince geçinip gidiyorduk. Her akşam, sobayla tek odası ısıtılan evimizde, anneannem sıcacık masallarla örterdi üstümüzü. Düşlerimiz, dinlediğimiz masallarla renklenirdi. Dinlediğim masal kahramanlarını canlandırarak başlamıştı tiyatro merakım.
        Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi tiyatro bölümünü kazanınca geliyorum İstanbul'a.
        Arkadaşlarımla, beş yıldır, yerin altındaki bir sığınak gibi olan, bir penceresi bile bulunmayan rutubetli evimize gitmek için hiç acele etmiyorum.
       Üçüncü dükkâna girdiğimde sıcak bir gülümseme ile karşılıyor dükkân sahibi. Haftada birkaç gün geldiğim için beni tanıyor, kitaplara olan düşkünlüğümü biliyor. Elime alıp incelediğim kitabı görünce:
  "Beş lira, ama sen iki ver yeter."
   Cüzdanımdaki on liranın ikisini verip kaçar gibi uzaklaşıyorum oradan. Eve giderken de iki simit alıyorum akşam yemeği niyetine.
   
     Eve gelir gelmez başlıyorum okumaya. Kitabın benden önceki sahibi epeyce ilginç biri olmalı. Satır başlarına, kelime aralarına harfler yazmış. Bazı harfleri yuvarlak içine alırken, bazılarının da altlarını çizmiş. Baştan sona, sayfa sayfa çevirip bakıyorum. Harfler her sayfaya serpiştirilmiş.
"Çok sıkılmış olmalı" diyorum; "Belki de bir öğrencidir, öğretmeni zorla okutmuştur."
       
     Kitabı okuyup bitiriyorum; ama harfler dikkatimi dağıttığı için tadına varamıyorum. Kızıyorum benden önceki sahibine. Öğrenci harçlığımdan verdiğim iki liraya üzülüyorum. Bir yandan da merakıma yenik düşüp harfleri bir araya getirip, onlardan anlamlar çıkarmaya çalışıyorum. Harflerin düzgünlüğü ve yazıldığı yerler merakımı kamçılıyor. Sabaha kadar uğraşıyorum. Sabahın ilk ışıklarıyla uykuya teslim oluyorum.
       
     Okyanusun üstünde harflerden yapılmış bir teknedeyim. Harfler bir dağılıp bir toparlanıyor. Durmadan kürek çekiyorum. Uzakta bir ada görüyorum, adada beyazlar giymiş bir kadın bana elini uzatıyor, ben eli tutmak istedikçe kadın uzaklaşıyor. Harflerin her biri ayrı bir tekne olup farklı bir yöne gidiyor, sonra onların yerini kitaplardan oluşan bir tekne alıyor. Sayfalar ıslandıkça batıyorum, Kadının elini tutmak üzereyken kayığım batıyor ve sulara gömülürken uyanıyorum.
      Saate bakıyorum. Öğlen olmuş. Akşamdan kalan simit parçasını yiyip kitabın başına oturuyorum. Harfleri bazen önündeki, bazen sonundakilerle birleştirerek yazıyor, ille de bir şeylere ulaşmaya çalışıyorum. Beni kendisine çeken, vazgeçemediğim bir büyüye kapılıyorum.
       Üçüncü günün sonunda ilk kelimeye ulaşıyorum: Sevgili. Ürperiyorum, " delirdim mi?" yoksa diyorum. Merakım iyice kamçılanıyor. Kitabın başından kalkmadan şifre çözüyorum. Bir haftanın sonunda aşağıdaki satırlar çıkıyor ortaya:

     Sevgili Kitapsever,
    Seni kutluyorum. Merakını ve çabanı övüyorum. Kim bilir kaç gece uykusuz kaldın. Yılmadın. Başardın.
   Evimde büyük bir kütüphane var. Benden sonra bir sahibi olsun; ancak onu hak etsin, istedim. Kütüphanem senindir.  Seni bekliyorum. Eğer gecikir, ben bu dünyadan gittikten sonra gelirsen, evin dış kapısındaki merdivenlerin solundaki incir ağacının dibini kaz, orada genişçe bir taş var, anahtar onun altında.
     Kitaplarım emanetindir.

      Bu bir oyun muydu?  Ya gerçekse. "Çok sıra dışı!" diye düşünüyorum.  Şifrelerden oluşturduğum adrese bakıyorum. Gitmeli miyim, bilemiyorum. "Gitmeyeceksem neden bu kadar uğraştım?" diyorum kendi kendime.
 "Yok yok, bir oyun bu, gerçek olamaz. Çılgın bir oyun! Normal değil bunu yapan. Peki, ben niye uğraştım günlerce? Gitsem mi? Ne kaybederim?  Gitmeyeyim, delilik! Gitmeli miyim?"
    
       Kararımı veriyorum,  gidip adreste yazan evi arayacağım. Hazırlanıp yola çıkıyorum. Evi kolayca buluyorum. Etrafı taş duvarlarla çevrilmiş, bakımlı bir bahçenin içindeki eve uzaktan bakıyorum. Her taraf ağaç ve çiçeklerle dolu.  Perdeler kapalı. Tarif edilen incir ağacını görünce heyecanım iyice artıyor. Kapıyı çalmaya cesaretim yok. Kapı, merdivenler, incir ağacı…
   " Bir doktora mı gitsem, arkadaşlarım beni niye uyarmıyor, gerçeklik duygumu mu yitirdim?"
 Sağ elimle, sol koluma bir cimdik atıyorum. Dudaklarımı ısırıyorum. Bedenimi hissetmek iyi geliyor.
  Bir süre oralarda dolanıp, karmaşık duygularla eve dönüyorum.
         İki gün sonra cesaretimi toplayıp tekrar gidiyorum. Şifreleri çözerek oluşturduğum mektup ve kitabı çantaya koyuyorum. Bu sefer kararlıyım, "Oyun bitmeli!" diyorum.
      Perdeler gene kapalı. Kapıyı çalıp bekliyorum. Açılmıyor, tekrar çalıyorum. Ses yok. İncir ağacının dibine gidip sağa sola bakıyorum. Bayılacak gibi oluyorum. Bir daha gelmemek üzere ayrılmaya karar verip bahçe kapısına yöneldiğimde bir anahtar dönüyor kapıda. Kapı açılıyor. Yetmiş yaşlarında, oldukça dinç görünen kadın.

   "Birisini mi aradınız?"
   Ne diyeceğimi bilemiyorum. O anda eriyip kaybolmak, ya da buharlaşıp uçmak istiyorum.
    "Şeyy!"  diyorum, devamını getiremiyorum, sesimin ve sözcüklerin beni terk ettiğini düşünüyorum.
    " Ben, kitap" diyebiliyorum sadece. Çantamı karıştırıyor, aradığımı bulamıyorum. Şaşkınlığım beni ele veriyor.
    "İnanamıyorum!" diyor ,"Çözdün demek!  İçeri gel!" Güven veren gülümseyişi önce yüzüne, oradan da her yana saçılıyor. Masallardaki cadılar aklıma geliyor, önce sevimli görünürler zaten. Korkuyorum.
   " Şimdi beni içeri alıp kapıyı üzerime kilitleyecek, belki de bal kabağına döneceğim."
 Tüm bedenim titriyor. Bir taraftan da bu oyundan kendimi alamıyorum.

     Eve giriyoruz. Kulaklarımın uğultusuna engel olamıyorum. Bir karanlığın içinde gibiyim. Gözlerim kararıyor. Ne yapacağımı bilemiyorum. Mutfağa gidip bana bir bardak su getiriyor. Ellerim titreyerek içiyorum suyu.
   " Rahat ol, burası senin evin, ben kaç yıldır seni bekliyorum." diyor. Güven veren sesinin sıcağı, anneannemin masalları gibi sarmalıyor beni. Biraz kendime gelince, kitabı ve mektubu gösteriyorum. Gözlüklerini takıp mektubu okuyor. Hiçbir hareketini kaçırmamaya çalışarak onu izliyorum."Oyun nasıl bitecek?" düşüncesi binlerce kurt olup beynimi kemiriyor. Okuyup bitirince gözlüklerini çıkarıp alev alev yanan gözlerini bana dikiyor.

   "Kendi kendime bir oyun oynadım, sonra neden gerçek olmasın dedim ve oyunu sürdürdüm. İlk günler hep kapının çalmasını bekledim. Kimse gelmeyince oyun da heyecanını yitirdi. Ama sözümdeyim, kütüphanem senindir. Ondan istediğin zaman yararlanabilirsin. Doğa ana beni yanına alınca da onun sahibi sen olacaksın."
 
     Akşama kadar kendimizden söz ettik, kitaplardan konuştuk. Tiyatroyu sevdiğimi, bölümü severek okuduğumu anlattım. Tiyatronun geleceğinden duyduğum kaygıdan, salon bulma sıkıntısından söz ettim.
  Nergiz Hanım da çok severmiş tiyatroyu, eşinin sağlığında onunla çok güzel oyunlar izlemişler.

    " Hayatı doya doya yaşadık, çok mutlu olduk, tek isteğimiz bir çocuğumuzun olmasıydı, olmadı!" 
Hüzünleniyor. Gözleri duvardaki resme dalıp gidiyor. Hüznü dağıtmak için:

     "O kitabı bulmasaydım, gelmeseydim, başka bir planınız var mıydı?" diye soruyorum merakla.
  "Beş yıl bekleyecek, sonra da bir okula bağışlayacaktım, bak ikinci yılda çıkıp geldin." diyor neşeli sesiyle.
  
     Sonraları her gün gidiyorum oraya, birlikte planlar yapıyoruz. Evin büyük salonunu butik bir tiyatro salonuna dönüştürüyoruz. Kütüphanemizi de halka açma kararı alıyoruz. Ondaki enerjiye hayran kalıyorum. Hiç yorulmuyor, umutsuzluğa düşmüyor, her zorluğu ilginç bir biçimde aşmayı beceriyor. Anneannemden dinlediğim masallarla renklenen çocukluk düşlerim, Nergiz Hanım'ın katkılarıyla gerçekleşiyor.
 
     Işıkların sönmesi ve perdenin açılmasıyla kendime gelip sahneye koşuyorum. Anneannem yerini almış bile çoktan.
İki yanımdan sarkan saç örgülerimle oynayarak, onun dizinin dibine oturup masalı dinlemeye başlıyorum.
          
                   Bir varmış, bir yokmuş.



     
  
                                                              Patika dergisi 92. sayı
                                                            ( Ocak-Şubat- Mart 2016)
   
     
  


6 yorum:

  1. Çok güzel bir öykü olmuş tebrikler öyküde,kahramanıda ilham verici ayrıca akıcı bir uslüpla yazılmış keyf aldım.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim.Yüreğine sağlık Serap. Yeni öykülerde görüşmek üzere.Sanat bize yeni güzellikler yaratmak için hep ilham versin.

      Sil
  2. Artık kitaplaşmalı bu öyküler.

    YanıtlaSil
  3. Artık kitaplaşmalı bu öyküler.

    YanıtlaSil
  4. Ikinci kez okudum bu öyküyü. Severek, alarak okudum. Kutluyorum.

    YanıtlaSil
  5. Harikasın arkadaşım.Çok güzel.

    YanıtlaSil