19 Aralık 2015 Cumartesi

YÜZSÜZ KADIN RESİMLERİ


                                    YÜZSÜZ KADIN RESİMLERİ
     Kışın soğuk ve devinimsiz günleri geride kaldı.  Penceremden odama dolan bahar güneşinin  ışıkları, beni de harekete geçiriyor. Kış boyu tembel tembel yatan, eli bir işe gitmeyen ben, şimdi erkenden kalkıyor, önce kısa bir yürüyüşe çıkıyorum. Yürüyüş sonrası kahvaltımı yapıp çalışma odama, aylardır kısa aralarla üzerinde çalıştığım, bir türlü bitiremediğim, her biri odanın bir köşesine dağılmış resimlerimin başına geçiyorum. Önce uzun uzun seyrediyorum, sanki kendim tasarlamamış gibi değişik anlamlar yüklüyorum onlara . En çok da yüzlerinin olmayışı hoşuma gidiyor. İstediğim yüzleri yerleştiriyorum boşluklara, ya da istediğimle değiştiriyorum. Kimi Virginia Wolf  oluyor karşımdaki kadın, kimi   Kraliçe Teodora.  Anna Karanina,   Frida Kahlo, Gala, Mari Gerekmezyan, Dora Maar.. bir güzellik yarışmasında, jürinin önünden geçer gibi salınıyorlar gözlerimin önünde.
      İki küçük odası ve bir mutfağı olan bu eve, yaz ortalarında taşındım. Birinci katların bahçeye bakan daireleri daha ucuz olduğu için iç dairelerden birini seçtim. İç dairelerin hepsinin salonlarında, hapishane avlusunu andıran bahçeye açılan ikinci bir kapı  var. Penceremden bahçeyi izlerken, ortadaki incir ağacının dibine  koyduğum tuval üzerinde çalışırken hayal ediyorum  kendimi. Oysa burada yaşayanlar ellerine geçen her şeyi attıkları bu bahçeyi bir çöplüğe çevirmişler.  Buradaki canlılığın tek tanığı  yaşlı incir ağacı  da, nefes alamıyor sanki  çöpler arasında.
    Evlerin duvarlarındaki sıvalar yer yer dökülmüş, düz ve geniş metallerden yapılmış balkon korkulukları küflenmiş, kullanılmayan eşyalar balkonlara gelişi güzel yığılmış, iplerden sarkan birkaç çamaşır, sanki geçen yıldan unutulmuş gibi. Bu görüntüyle evler;  yıllardır değişmeyen  köhne bir yaşanmışlığı ve bitmişliği çağrıştırıyor. Bu görüntünün bir parçası olmaktan korkuyorum.
    Havaların ısınması ile bizim apartmanda da bir hareketlenme başladı. Kadınlar balkonlara çıkıp solgun yüzleriyle birbirlerini selamlıyor. Toprak ısındıkça  bahçeden dumanlar yükseliyor.  Bahar geldi, diyorum kendi kendime.
  Günlerdir bir kadını izliyorum. Sabah güneşinin ortalığa  yayılmasıyla bahçeye çıkıyor. Bahçeye atılan ne varsa  tek tek toplayıp çöp poşetlere dolduruyor. Konserve kutuları, pet şişeler, tabak ve bardak kırıkları, çatal, kaşık, permatik, bulaşık süngerleri  ve daha neler neler… Kadın, iki günde atıklardan temizliyor bahçeyi. Sonra kazmasını ve belini alıp kazmaya başlıyor. Kazıyor, ayıklıyor, bütün bedeninin gücünü toprağa akıtıyor. Bu bir çalışmadan çok, kendinden geçme hali gibi geliyor bana, doğayla bütünleşme, toprak olma, mineral olma hali; bir ibadet anı.
     Onu tülün arkasından izliyorum. Başını hiç kaldırmadan çalışıyor, yüzünü göremiyorum. Yaptığım resimlerdekine benzeyen  yüzsüz bir kadın. Çevrede kendisinden başka kimse yokmuş gibi davranıyor. Onun bu hali bende, saygıyla korku karışımı bir duygu uyandırıyor. Perdenin arkasından onu izlerken ses çıkarmamaya, nefesimi kontrollü almaya, perdeyi kıpırdatmamaya çalışıyorum. Beni görmesinden,  bir bakışımı yakalamasından korkuyorum. Bu bahçeyi nasıl değiştirdiyse beni de öyle değiştirmesinden ve en kötüsü de kendisine müdahale edemeyeceğimden korkuyorum.  Yakalanırsam o toprağa karışıp gübre olacakmışım hissine kapılıyorum. Bu korkuyla, kış boyu dağınık olan odamı topladım, etrafı süpürdüm, yarısı çalışılmış tuvallerimi,  mutfağımı düzenledim. Bu işleri yaparken bir kedi kadar sessiz yürüyordum evin içinde.
   Bahçenin köşesine yığdığı taşları önce bir hortum yardımıyla yıkadı,  büyüklüklerine göre üç gruba ayırdı.  En büyüklerini,  bahçenin ekilecek alanlarını belirlemek için, kazdığı bölümün dışına yerleştirdi, orta boy taşlarla incir ağacının altını,   bir masa birkaç sandalye sığacak genişlikte bir daire halinde döşedi, kıyılardan ağacın dibine uzanan üç ayrı yol yaptı. Sonra bahçeyi bir pazılın parçaları gibi bölümlere ayırdı, küçük  taşlardan sınırlar çizdi. Sıra bahçeyi ekmeye gelmişti.
    Garip bir çekime kapılmıştım. Durmadan  kadını izliyordum. Gittiğim yerlerde kalamıyor, hemen dönüyordum. Hep onu düşünüyor, başka bir şeye odaklanamıyordum. Ona karşı ne hissettiğimi sorguluyor, kendime cevap veremiyordum. Bir ilahe mi, aşkla bağlanılacak bir kadın mı, yoksa sımsıcak göğsünde huzur bulacağım bir anne mi?
    Annesiz  büyümüştüm, bir kadın elinin şekillendirici etkisinin ne olduğunu bilmiyordum. Kadınlarla kurduğum ilişkilerde başarısız olmuştum. Yakınlaştığım kadınlar, onları anlamadığımdan yakınarak benden uzaklaşmışlardı. Belki de bu nedenlerle yaptığım kadın resimlerinin yüzleri yoktu.
     Yine perdenin ardındayım, onu izliyorum. Aralarına taşlardan sınırlar yaptığı bölümlere tohumlar ekiyor. Toprağı avuçluyor, parmaklarının arasından tekrar tekrar süzüyor, onu son atıklardan arındırıyor. Tohum topraktan çıkarken   hiçbir engelle karşılaşmasın istiyor belli ki. Kolayca uzatabilsin başını filiz, gönensin toprak ananın bağrı, kanamasın.
    Bunları düşünürken  annem aklıma geliyor, bende yüzü olmayan annem,  bana hayat verirken bedeni  toprağa düşen annem. “Demek toprağım iyi işlenememiş, annemin bedeni  filiz vermeye hazır değilmiş.” diyorum.  “Vaktinden önce,  hoyrat eller tarafından,   gelişigüzel savrulan zehirli bir tohum, toprağını  da çürütmüş.”   Hıçkırıklarımın  duyulacağından korkmadan, sarsıla sarsıla ağlıyorum.  Bir arınma yaşıyorum belki de, yıllardır biriktirdiğim tortuları atıyorum içimden.
    O günden sonra sabahları erkenden kalkıyor, önce odamı havalandırıyorum, bahçedeki kazılmış ve sulanmış toprağın kokusu doluyor penceremden içeri. Kokuyu derin derin içime çekiyorum. Kadındaki enerji beni de harekete geçiriyor, yarım kalan resimlerime odaklanıyorum. Bir tanesi hariç ( anneme hiçbir yüzü yakıştıramıyorum), boş yüzleri bir bir  tamamlıyorum. Hayatımdan geçen, geçmeyen, geçmesini istediğim kadın yüzleri çiziyorum. Bir kadınlar resmi geçidi yapıyorum odamda.
     Yeni bir tuval yerleştiriyorum şövaleye. Bütün emeğini bahçeye akıtan, doğayla bütünleşen kadını çizeceğim; çilek, gül, karanfil, incir desenli elbiseler içinde. Eğer bir gün, kendimde  onunla tanışma cesaretini bulursam , o resmi doğayla savaşında güzellikler yaratan İlahe’me  armağan edip önünde saygıyla eğileceğim.

                                                                                                                       
      
 
                                             USAR YAYINCILIK- EKİM 2015


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder