YÜZSÜZ KADIN
RESİMLERİ
Kışın soğuk ve
devinimsiz günleri geride kaldı.
Penceremden odama dolan bahar güneşinin
ışıkları, beni de harekete geçiriyor. Kış boyu tembel tembel yatan, eli
bir işe gitmeyen ben, şimdi erkenden kalkıyor, önce kısa bir yürüyüşe
çıkıyorum. Yürüyüş sonrası kahvaltımı yapıp çalışma odama, aylardır kısa
aralarla üzerinde çalıştığım, bir türlü bitiremediğim, her biri odanın bir
köşesine dağılmış resimlerimin başına geçiyorum. Önce uzun uzun seyrediyorum,
sanki kendim tasarlamamış gibi değişik anlamlar yüklüyorum onlara . En çok da
yüzlerinin olmayışı hoşuma gidiyor. İstediğim yüzleri yerleştiriyorum boşluklara,
ya da istediğimle değiştiriyorum. Kimi Virginia Wolf oluyor karşımdaki kadın, kimi Kraliçe
Teodora. Anna Karanina, Frida Kahlo, Gala, Mari Gerekmezyan, Dora
Maar.. bir güzellik yarışmasında, jürinin önünden geçer gibi salınıyorlar
gözlerimin önünde.
İki küçük odası
ve bir mutfağı olan bu eve, yaz ortalarında taşındım. Birinci katların bahçeye
bakan daireleri daha ucuz olduğu için iç dairelerden birini seçtim. İç
dairelerin hepsinin salonlarında, hapishane avlusunu andıran bahçeye açılan ikinci
bir kapı var. Penceremden bahçeyi
izlerken, ortadaki incir ağacının dibine koyduğum tuval üzerinde çalışırken hayal
ediyorum kendimi. Oysa burada yaşayanlar
ellerine geçen her şeyi attıkları bu bahçeyi bir çöplüğe çevirmişler. Buradaki canlılığın tek tanığı yaşlı incir ağacı da, nefes alamıyor sanki çöpler arasında.
Evlerin
duvarlarındaki sıvalar yer yer dökülmüş, düz ve geniş metallerden yapılmış
balkon korkulukları küflenmiş, kullanılmayan eşyalar balkonlara gelişi güzel
yığılmış, iplerden sarkan birkaç çamaşır, sanki geçen yıldan unutulmuş gibi. Bu
görüntüyle evler; yıllardır değişmeyen köhne bir yaşanmışlığı ve bitmişliği
çağrıştırıyor. Bu görüntünün bir parçası olmaktan korkuyorum.
Havaların ısınması
ile bizim apartmanda da bir hareketlenme başladı. Kadınlar balkonlara çıkıp
solgun yüzleriyle birbirlerini selamlıyor. Toprak ısındıkça bahçeden dumanlar yükseliyor. Bahar geldi, diyorum kendi kendime.
Günlerdir bir kadını
izliyorum. Sabah güneşinin ortalığa yayılmasıyla bahçeye çıkıyor. Bahçeye atılan
ne varsa tek tek toplayıp çöp poşetlere
dolduruyor. Konserve kutuları, pet şişeler, tabak ve bardak kırıkları, çatal,
kaşık, permatik, bulaşık süngerleri ve
daha neler neler… Kadın, iki günde atıklardan temizliyor bahçeyi. Sonra kazmasını
ve belini alıp kazmaya başlıyor. Kazıyor, ayıklıyor, bütün bedeninin gücünü
toprağa akıtıyor. Bu bir çalışmadan çok, kendinden geçme hali gibi geliyor
bana, doğayla bütünleşme, toprak olma, mineral olma hali; bir ibadet anı.
Onu tülün
arkasından izliyorum. Başını hiç kaldırmadan çalışıyor, yüzünü göremiyorum.
Yaptığım resimlerdekine benzeyen yüzsüz
bir kadın. Çevrede kendisinden başka kimse yokmuş gibi davranıyor. Onun bu hali
bende, saygıyla korku karışımı bir duygu uyandırıyor. Perdenin arkasından onu
izlerken ses çıkarmamaya, nefesimi kontrollü almaya, perdeyi kıpırdatmamaya
çalışıyorum. Beni görmesinden, bir
bakışımı yakalamasından korkuyorum. Bu bahçeyi nasıl değiştirdiyse beni de öyle
değiştirmesinden ve en kötüsü de kendisine müdahale edemeyeceğimden
korkuyorum. Yakalanırsam o toprağa
karışıp gübre olacakmışım hissine kapılıyorum. Bu korkuyla, kış boyu dağınık
olan odamı topladım, etrafı süpürdüm, yarısı çalışılmış tuvallerimi, mutfağımı düzenledim. Bu işleri yaparken bir
kedi kadar sessiz yürüyordum evin içinde.
Bahçenin köşesine
yığdığı taşları önce bir hortum yardımıyla yıkadı, büyüklüklerine göre üç gruba ayırdı. En büyüklerini, bahçenin ekilecek alanlarını belirlemek için,
kazdığı bölümün dışına yerleştirdi, orta boy taşlarla incir ağacının altını, bir masa birkaç sandalye sığacak genişlikte
bir daire halinde döşedi, kıyılardan ağacın dibine uzanan üç ayrı yol yaptı. Sonra
bahçeyi bir pazılın parçaları gibi bölümlere ayırdı, küçük taşlardan sınırlar çizdi. Sıra bahçeyi ekmeye
gelmişti.
Garip bir çekime
kapılmıştım. Durmadan kadını izliyordum.
Gittiğim yerlerde kalamıyor, hemen dönüyordum. Hep onu düşünüyor, başka bir
şeye odaklanamıyordum. Ona karşı ne hissettiğimi sorguluyor, kendime cevap
veremiyordum. Bir ilahe mi, aşkla bağlanılacak bir kadın mı, yoksa sımsıcak
göğsünde huzur bulacağım bir anne mi?
Annesiz büyümüştüm, bir kadın elinin şekillendirici
etkisinin ne olduğunu bilmiyordum. Kadınlarla kurduğum ilişkilerde başarısız
olmuştum. Yakınlaştığım kadınlar, onları anlamadığımdan yakınarak benden
uzaklaşmışlardı. Belki de bu nedenlerle yaptığım kadın resimlerinin yüzleri
yoktu.
Yine perdenin
ardındayım, onu izliyorum. Aralarına taşlardan sınırlar yaptığı bölümlere
tohumlar ekiyor. Toprağı avuçluyor, parmaklarının arasından tekrar tekrar süzüyor,
onu son atıklardan arındırıyor. Tohum topraktan çıkarken hiçbir engelle karşılaşmasın istiyor belli
ki. Kolayca uzatabilsin başını filiz, gönensin toprak ananın bağrı, kanamasın.
Bunları düşünürken annem aklıma geliyor, bende yüzü olmayan
annem, bana hayat verirken bedeni toprağa düşen annem. “Demek toprağım iyi
işlenememiş, annemin bedeni filiz
vermeye hazır değilmiş.” diyorum. “Vaktinden
önce, hoyrat eller tarafından, gelişigüzel savrulan zehirli bir tohum,
toprağını da çürütmüş.” Hıçkırıklarımın
duyulacağından korkmadan, sarsıla
sarsıla ağlıyorum. Bir arınma yaşıyorum
belki de, yıllardır biriktirdiğim tortuları atıyorum içimden.
O günden sonra sabahları
erkenden kalkıyor, önce odamı havalandırıyorum, bahçedeki kazılmış ve sulanmış
toprağın kokusu doluyor penceremden içeri. Kokuyu derin derin içime çekiyorum.
Kadındaki enerji beni de harekete geçiriyor, yarım kalan resimlerime
odaklanıyorum. Bir tanesi hariç ( anneme hiçbir yüzü yakıştıramıyorum), boş
yüzleri bir bir tamamlıyorum. Hayatımdan
geçen, geçmeyen, geçmesini istediğim kadın yüzleri çiziyorum. Bir kadınlar
resmi geçidi yapıyorum odamda.
Yeni bir tuval
yerleştiriyorum şövaleye. Bütün emeğini bahçeye akıtan, doğayla bütünleşen
kadını çizeceğim; çilek, gül, karanfil, incir desenli elbiseler içinde. Eğer
bir gün, kendimde onunla tanışma
cesaretini bulursam , o resmi doğayla savaşında güzellikler yaratan
İlahe’me armağan edip önünde saygıyla
eğileceğim.
USAR YAYINCILIK- EKİM 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder