11 Aralık 2015 Cuma

ÖĞRETMEN ÜÇ VARDİYA ÇALIŞIYOR.

   “Günün ilk ışıklarsıyla başlıyor telaş.  Kitabımı çantaya koydum mu? Bak çocukların kompozisyonlarını unutacaktım neredeyse. Kızım,bana ekmek arası bir şeyler hazırlar mısın?, Kahretsin, gene ocağı açık unutuyordum….
  
   Okula geliyorum, akşamdan hazırlayıp liste haline getirdiğim işlere vakit kaybetmeden başlamalıyım.
 Listeye baktığımda, bunların  birçoğunun öğretmenlerin eğitim –öğretimle ilgili görevleri değil de, onlara fazladan yüklenen, hiçbir maddi ve manevi karşılığı olmayan angaryalar olduğunu görüyorum. Çelişiyorum kendimle ve yaptığım işle. Öğrencimin kendini geliştirmesi, geleceğe hazırlanması, dünyayı tanıyıp kendini ona göre konumlandırması; benim de mesleki tat almam gerekmiyor mu yaptığım işten?
    
    Kafamda çelişkiler,koyuluyorum işe. İlk iki saat veli görüşmesi  yapıyorum.Devam- devamsızlık,kılık-kıyafet,saç-baş,okul aile birliğinin talepleri, okul kütüphanesine velilerin sunacağı kitap katkısı…Uzayıp gidiyor gündem maddeleri listesi.Hani eğitim- öğretim?  Öğretmen –öğrenci- veli arasında herhangi bir yakınlaşmaya izin vermeyen bir görüşme listesi…
   
  Veli gittikten sonra bir kez daha bakıyorum önümde yazılı olan gündem maddelerine.Aslında bunların çoğu benim eğitim- öğretimle ilgili görevlerim arasında değil. Neydi benim görevlerim? Niçin görevim olmayan işler,  görevimmiş gibi girdi günlük çalışmalarım arasına? Bu gelgitler arasında yaşanan bir bilinç bulanıklığı. Eyvah, neyi eksik bıraktım? Müdür gene kızarsa bana? Kızmaya hakkı var mı ki, zaten gereksiz bir sürü iş yaptım. Yok, yok bir daha kontrol edeyim listemi. Bir açığım olmasın!”
   
    Kendimizi,  görevimiz olmayan işlerle  ilgili sorgulamaya başladığımızda zaten sistemin birer robotu haline gelmiş olmuyor muyuz?  İşte yabancılaştık gitti kendimize, işimize. Söz, yetki, karar yönetimin; çaresizliklerimiz, geleceksizliğimiz, karanlığımız bizim. Birbirimizden koparak, güvensizleşerek,işimize, öğrencimize yabancılaşarak , yalnızlaşarak yaşamak…
   
  Kendisiyle ilgili  böylesine umutsuz ve olumsuz duygular yaşayan bir öğretmen,  öğrenme – öğretme sürecine nasıl dahil olacak, çelişkilerini atmadığı sürece bu mümkün mü?  Öğretme- öğrenme sürecinin etkili olabilmesi için öğretmen ile öğrenci  arasında çok özel bir ilişkinin kurulması gerekir. Başka bir deyişle öğretmen ve öğrenci arasında özel bir bağ kurulmalıdır.Öğrencinin duygusal, bilişsel gelişimi , dünyaya bakış açısının değişmesi, okuyan, araştıran sorgulayan bir birey olarak yetişmesi önce öğretmenin kendini bu özelliklerle donatmasına ve öğrencinin karşısına  güçlü bir kimlikle çıkmasına bağlı değil midir? Sabahtan akşama kadar yaşadığı koşuşturmada, ne yaptığını bilmeyen, işine yabancı, yönetimin yarış atı haline gelen öğretmenin  gerçek anlamda verimli olması düşünülebilir mi?
   
     Okulların çoğunda rehber öğretmen yok.bu işleri de sınıf öğretmenleri yapıyor. Komisyon ve kurullardan doğan görevleri dışında, koçluk sistemi, el ele projesi,belirli gün ve haftalarla ilgili okul ve ilçe düzeyinde hazırlanan programlar, okul ve ilçede düzenlenen yarışmalar, okul aile birliklerinden yüklenen görevler, yardımcı personel yetersizliğinden kaynaklanan düzen ve temizlik işleri….Liste uzayıp gidiyor. Gerçek görevi eğitim- öğretim olması gereken öğretmen akşama kadar bir taraftan derslere girip görevini yerine getirmeye çalışırken ,bir yandan da bu angaryalarla uğraşıyor.Akşam olup da evine yorgun argın döndüğünde onu bekleyen ne çok iş var daha geride.

   Evinin günlük işini yapacak, ailesiyle, çocuğuyla ilgilenecek,karnını doyuracak, gazetesini kitabını okuyacak….Ayrıca,  sırada, ertesi günün hazırlıkları var.Günlük planlar, etkinlik örneklerinin hazırlanması, grupların oluşturulması, öğrenci tanıma fişlerinin incelenip değerlendirilmesi, yazılı sorularının hazırlanması, yazılıların okunması…

  Dinlenmeye bile vakit yok bu çalışma temposu içinde.Kamuda yeniden yapılandırma adı altında dayatılan,  çalışma yaşamının esnekleştirilmesi, kuralsızlaştırılması, daha çok işi daha az kişiyle kotarma mantığı öğretmenleri asli görevlerinden uzaklaştırıp verimsizleştiriyor.Onlara, dinlenmeye, okumaya, kendilerini geliştirmeye zaman bırakmıyor.Kendini yenileyemeyen öğretmen kendine ve işine yabancılaşıyor.Yaptıkları ile yapmak istedikleri arasında bocalıyor, sıkışıyor, bunalıyor.Geleceğe umutla bakamayan, yaptığı işten zevk almayan, gelmeyecek emekliliğin hayalleriyle edilgenleşen bir yapıya bürünüyor.Sohbetleri dar, hayalleri  sınırlı , içinde bulunduğu durumu tanımlayamayan, kendini önemli ve değerli hissedemeyen,her gün biraz daha yalnızlaşan, örgütlü olmaya da yanaşmayan, yaşadığı sorunların çözümünü nerede, nasıl bulacağını bile araştırmayan bir kabullenmişlik….

 “Veli görüşmemi yaptım,yazılı sonuçlarını sınıfa duyurdum, Ayşe’yi kütüphane için görevlendirdim,bilgi yarışması için öğrenci seçtim,Ahmet’in devamsızlığı için velisini aradım, proje değerlendirme sonuçlarını idareye verdim, Lise son sınıftaki  sorumlu olduğum, bana zimmetli öğrencilerin haftalık testlerini ve denemelerini ayarladım, kızımın  sabah hazırladığı ekmek arasıyla karnımı doyururken üniversiteye hazırlanan öğrencilerin yapamadıkları  sorularını çözdüm .. ..
   
Ah, Oya’yla konuşacaktım! Nasıl unuttum. Hiç başını kaldırmadı derste. Oysa her zaman derse hazır gelirdi. Bugün vardı mutlaka bir sorunu. Nasıl da unuttum? 
 
  Bunları düşünürken dalmışım. Rüyamda Oya’nın sesini duyuyorum. Bana sesleniyor. ‘Kurtar beni öğretmenim, çok acıyor öğretmenim.’  Bağırmak istiyorum,  sesim çıkmıyor, ayağa kalkmaya çalışıyorum, kalkamıyorum.Ayaklarım toprağa yapışmış, koparamıyorum.Tere batmış bir şekilde uyanıyorum.Sabah olmuş, hemen hazırlanmam lazım, yoksa okula geç kalacağım.
 
   Günlüğüme şöyle yazıyorum:”Biz öğretmenler günde  üç vardiya çalışıyoruz. Sabahtan akşama kadar okuldayız; evde,  ertesi günün hazırlığını yaparız; gece de rüyamızda gündüz bitiremediğimiz işleri görürüz.”
   
    
                                             13 Kasım 2011- EVRENSEL gazetesi



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder