ÖĞRETMEN ÜÇ VARDİYA ÇALIŞIYOR.
“Günün ilk
ışıklarsıyla başlıyor telaş. Kitabımı
çantaya koydum mu? Bak çocukların kompozisyonlarını unutacaktım neredeyse.
Kızım,bana ekmek arası bir şeyler hazırlar mısın?, Kahretsin, gene ocağı açık
unutuyordum….
Okula geliyorum,
akşamdan hazırlayıp liste haline getirdiğim işlere vakit kaybetmeden
başlamalıyım.
Listeye baktığımda,
bunların birçoğunun öğretmenlerin eğitim
–öğretimle ilgili görevleri değil de, onlara fazladan yüklenen, hiçbir maddi ve
manevi karşılığı olmayan angaryalar olduğunu görüyorum. Çelişiyorum kendimle ve
yaptığım işle. Öğrencimin kendini geliştirmesi, geleceğe hazırlanması, dünyayı
tanıyıp kendini ona göre konumlandırması; benim de mesleki tat almam gerekmiyor
mu yaptığım işten?
Kafamda çelişkiler,koyuluyorum işe. İlk iki
saat veli görüşmesi yapıyorum.Devam-
devamsızlık,kılık-kıyafet,saç-baş,okul aile birliğinin talepleri, okul
kütüphanesine velilerin sunacağı kitap katkısı…Uzayıp gidiyor gündem maddeleri
listesi.Hani eğitim- öğretim? Öğretmen
–öğrenci- veli arasında herhangi bir yakınlaşmaya izin vermeyen bir görüşme
listesi…
Veli gittikten sonra
bir kez daha bakıyorum önümde yazılı olan gündem maddelerine.Aslında bunların
çoğu benim eğitim- öğretimle ilgili görevlerim arasında değil. Neydi benim
görevlerim? Niçin görevim olmayan işler,
görevimmiş gibi girdi günlük çalışmalarım arasına? Bu gelgitler arasında
yaşanan bir bilinç bulanıklığı. Eyvah, neyi eksik bıraktım? Müdür gene kızarsa
bana? Kızmaya hakkı var mı ki, zaten gereksiz bir sürü iş yaptım. Yok, yok bir
daha kontrol edeyim listemi. Bir açığım olmasın!”
Kendimizi, görevimiz olmayan işlerle ilgili sorgulamaya başladığımızda zaten
sistemin birer robotu haline gelmiş olmuyor muyuz? İşte yabancılaştık gitti kendimize, işimize.
Söz, yetki, karar yönetimin; çaresizliklerimiz, geleceksizliğimiz, karanlığımız
bizim. Birbirimizden koparak, güvensizleşerek,işimize, öğrencimize
yabancılaşarak , yalnızlaşarak yaşamak…
Kendisiyle
ilgili böylesine umutsuz ve olumsuz
duygular yaşayan bir öğretmen, öğrenme –
öğretme sürecine nasıl dahil olacak, çelişkilerini atmadığı sürece bu mümkün
mü? Öğretme-
öğrenme sürecinin etkili olabilmesi için öğretmen ile öğrenci arasında çok özel bir ilişkinin kurulması
gerekir. Başka bir deyişle öğretmen ve öğrenci arasında özel bir bağ
kurulmalıdır.Öğrencinin duygusal, bilişsel gelişimi , dünyaya bakış
açısının değişmesi, okuyan, araştıran sorgulayan bir birey olarak yetişmesi
önce öğretmenin kendini bu özelliklerle donatmasına ve öğrencinin
karşısına güçlü bir kimlikle çıkmasına
bağlı değil midir? Sabahtan akşama kadar yaşadığı koşuşturmada, ne yaptığını
bilmeyen, işine yabancı, yönetimin yarış atı haline gelen öğretmenin gerçek anlamda verimli olması düşünülebilir
mi?
Okulların çoğunda rehber öğretmen yok.bu
işleri de sınıf öğretmenleri yapıyor. Komisyon ve kurullardan doğan görevleri
dışında, koçluk sistemi, el ele projesi,belirli gün ve haftalarla ilgili okul
ve ilçe düzeyinde hazırlanan programlar, okul ve ilçede düzenlenen yarışmalar,
okul aile birliklerinden yüklenen görevler, yardımcı personel yetersizliğinden
kaynaklanan düzen ve temizlik işleri….Liste uzayıp gidiyor. Gerçek görevi
eğitim- öğretim olması gereken öğretmen akşama kadar bir taraftan derslere
girip görevini yerine getirmeye çalışırken ,bir yandan da bu angaryalarla
uğraşıyor.Akşam olup da evine yorgun argın döndüğünde onu bekleyen ne çok iş
var daha geride.
Evinin günlük işini yapacak, ailesiyle, çocuğuyla ilgilenecek,karnını
doyuracak, gazetesini kitabını okuyacak….Ayrıca, sırada, ertesi günün hazırlıkları var.Günlük
planlar, etkinlik örneklerinin hazırlanması, grupların oluşturulması, öğrenci
tanıma fişlerinin incelenip değerlendirilmesi, yazılı sorularının hazırlanması,
yazılıların okunması…
Dinlenmeye bile vakit yok bu çalışma temposu içinde.Kamuda yeniden
yapılandırma adı altında dayatılan,
çalışma yaşamının esnekleştirilmesi, kuralsızlaştırılması, daha çok işi daha
az kişiyle kotarma mantığı öğretmenleri asli görevlerinden uzaklaştırıp
verimsizleştiriyor.Onlara, dinlenmeye, okumaya, kendilerini geliştirmeye zaman
bırakmıyor.Kendini yenileyemeyen öğretmen kendine ve işine
yabancılaşıyor.Yaptıkları ile yapmak istedikleri arasında bocalıyor, sıkışıyor,
bunalıyor.Geleceğe umutla bakamayan, yaptığı işten zevk almayan, gelmeyecek
emekliliğin hayalleriyle edilgenleşen bir yapıya bürünüyor.Sohbetleri dar,
hayalleri sınırlı , içinde bulunduğu
durumu tanımlayamayan, kendini önemli ve değerli hissedemeyen,her gün biraz
daha yalnızlaşan, örgütlü olmaya da yanaşmayan, yaşadığı sorunların çözümünü
nerede, nasıl bulacağını bile araştırmayan bir kabullenmişlik….
“Veli görüşmemi yaptım,yazılı sonuçlarını
sınıfa duyurdum, Ayşe’yi kütüphane için görevlendirdim,bilgi yarışması için
öğrenci seçtim,Ahmet’in devamsızlığı için velisini aradım, proje değerlendirme
sonuçlarını idareye verdim, Lise son sınıftaki
sorumlu olduğum, bana zimmetli öğrencilerin haftalık testlerini ve denemelerini
ayarladım, kızımın sabah hazırladığı
ekmek arasıyla karnımı doyururken üniversiteye hazırlanan öğrencilerin
yapamadıkları sorularını çözdüm .. ..
Ah, Oya’yla konuşacaktım! Nasıl
unuttum. Hiç başını kaldırmadı derste. Oysa her zaman derse hazır gelirdi.
Bugün vardı mutlaka bir sorunu. Nasıl da unuttum?
Bunları düşünürken dalmışım. Rüyamda Oya’nın sesini duyuyorum. Bana
sesleniyor. ‘Kurtar beni öğretmenim, çok acıyor öğretmenim.’ Bağırmak istiyorum, sesim çıkmıyor, ayağa kalkmaya çalışıyorum,
kalkamıyorum.Ayaklarım toprağa yapışmış, koparamıyorum.Tere batmış bir şekilde
uyanıyorum.Sabah olmuş, hemen hazırlanmam lazım, yoksa okula geç kalacağım.
Günlüğüme şöyle yazıyorum:”Biz öğretmenler günde üç vardiya çalışıyoruz. Sabahtan akşama kadar
okuldayız; evde, ertesi günün
hazırlığını yaparız; gece de rüyamızda gündüz bitiremediğimiz işleri görürüz.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder